31 Mayıs 2010 Pazartesi

Gün olur devran döner horoz domalır tavuk gömer!

Bu gün merhaba falan demeden bodozlama konuya giricem.


Bok gibi bir gün geçirdim, sabah uyandım deneme sınavından önce kahvemi içerken bir haberlere göz atıyım dedim (hep akşam bakardım halbuki), ulan 1 gün haberlere bakmadım neler olmuş. 


Kocaman manşet: 
'İsrail, Türk insani yardım gemisine saldırdı!'
 'Hatay'ın İskenderun ilçesinde 7 şehit!'.


Tabi sabah sabah nevrim döndü, twitterdan İsrail'e saydırdım biraz, sonra deneme sınavına girdim, daha doğrusu tam tabiriyle o bana girdi. Vee neden haberleri akşam okuduğumu hatırladım şimdi! Gündüz okuyunca mal oluyorum böyle işte, ne sınav kalıyor ne bir şey, ambele oluyorum bildiğin.


Eve geldim, yine twitterı açtım, sınavın moral bozukluğuyla bir de Hitler'i öven tweetler görmez miyim? Gördüm, evet. 
Onlara da bir saldırdım, küfür ettim, rahatladım hafiften.


Bu dünyada ne gerzek ne cahil insanlar var tepem atıyor. Tamam, gerizekalısın da alenen belli etme, böyle sosyal ortamlarda bilmediğin konu hakkında yazma! YAZMA!
'Hihiih aşkımla yemek yedik biğğğz!'' falan yaz, niye boşu boşuna başka insanların sinirlerini zıplatıyorsun!




Not: Bu yazı eninde sonunda birileri tarafından okunucak, eğer sen de o Hitler'i öven faşist piçlerdensen, sktir git blogumdan. İnsan hayatına saygısı olmayanlara kuracak tek cümlem yok benim. Hastalıklı faşist fikirlerinizi kendinize saklayın çünkü buraya da yazmayı borç biliyorum: 'Gün olur devran döner horoz domalır tavuk gömer.' Anlamayanlar için meali, bilmediğiniz konularda çok atıp tutmayın bir gün başka bir tarafınızda patlar.


Hadi size yakşamlaaar!

30 Mayıs 2010 Pazar

Curiosity

''Yaptığı o kadar şeyden sonra onu neden hala görmek istiyorsun!'' diye tepki gösteren insanlara tek cevabım var.


-Merak.


 Onu o kadar çok seviyordum ki, kendimi o kadar kaybetmiştim ki kolları arasında gerçekleri göremedim o zaman.
.


O günler geçeli çok oldu, gerçekler içimi acıtmıyor artık. Yaşattığı kötü şeylerin bir önemi kalmadı. 


Gözümde büyüttüğüm adamın, bunu gerçekten hakedip etmediğini, onu şu an gerçekten sevip sevmediğimi merak ediyorum, hepsi bu.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Business media apaçisi

Merhaba cücükler, nasılsınız?


Ben pek şahane hissediyorum kendimi. Bu gece bir anda vahiy niteliğinde 'icq' numara ve şifremi hatırladım. Sonra kendime 'Oha lan ne hafıza var, bir yükliyim de kimler varmış bakıyım.' dedim. 


Yükledim, açtım 84 arkadaşım varmış hiç birini hatırlamıyorum derken orada yaklaşık 7-8 yıldır görüşmediğim, bir anda koptuğum çok yakın bir arkadaşımın nickini gördüm. (Ayrıca benim nickimde DeMoN_LaDy'miş, evet büyüklü küçüklü. Allah belamı o nick yüzünden verdi zaten.) 


Adamın sadece adını hatırlıyorum, 'Of ya nerden bulucam''' diye kafayı yerken, bir süre kurcaladım programı.. Unutmuşum girmeyeli baya geliştirmiş kendini. Bir kaç tane 'Kilodun ne renk?', 'Sevişelim mi?' mesajı aldıktan sonra tam profiline girebildim.
Soyadını da o sayede gördüm! ''Oğluuuum buldum işte yihuuğğğğğ!'' diye sevinç naraları atarken hemen Facebook'tan arattım lakin ki orada yoktu. 


''Google! Bebeğimsin!'' diyip oraya yazdım adını, adam neler başarmış neler! Saniyede buldum. Bir siteden mesaj attım, heyecanla cevabını bekliyorum şu an.


Böyle arkadaşlık, sosyal ağ sitesi falanda değil, işle ilgili bir yer. Şansıma ''connections''a eklerken mesaj yazılabiliyormuş, bir nevi business apache gibi bir şey oldum, ama olsun değer lan kaç yıl oldu. 
Aşırı heyecanlıyım şu an, zamanında sürekli konuşurduk bir anda koptuk ama nedenini zerre kadar hatırlamıyorum. Onu nasıl hatırladığımı inanın ben de bilmiyorum.
Fil hafızamı burada öpmek istiyorum, sarılmak istiyorum ona.


Ulan internet, gözünü seviyim yaptın yine bir güzellik!

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bir arkadaş

Rüzgarla karışık bir gerçek hayatı yaşıyoruz. Gözümüzün açıldığı an sanki yeni bir uyku, yeni bir rüya ve yine olaylar ve insanlarla karşı karşıyayız. Öylesine derin bir boşluktayız ki; bazen biz, kendimiz bile çıkış yolunu ya da ışığını bulamıyoruz; belki de bulmak istemiyoruz. Her neyse << Bir zamanlar kaçmak için duvarlarını tırmaladığımız esaretlerimizi özlüyor ama o esarete dönecek cesareti bulamıyoruz yüreklerimizde>>. 
Belki bir iklim döngüsünde takılı kalmışızdır; örneğin bir sıcak yaz akşamı ya da karlı bir kış sabahında. Ama ,kim var bu tıkanmışlıkta koltuk altımızda; ısıtan, serinleten ve dindiren dört nala ritmini kalbimizin.

<< Yüksek tepelerdir hayat; aralarında derin vadileri gizleyen; ve köprüleridir fırsatlar başka yaşamlara, makamlara geçişi sağlayan.
Ama dönüşünde yıkılan köprülerinin adını pişmanlık koyar insan. Ya uçurumun dibidir sonu, ya da tepenin zirvesine ulaşma çabası. >>

2 Mayıs 2007. Victorian Literature dersi.



By Mehmet Çengel

Pardon! Bir yanlış anlama oldu sanırım!

Burada sürekli eski erkek arkadaşımdan bahsetmemden dolayı bir yanlış anlaşılma olduğunu, zaten kapanık kısmetimin üstüne demir bir kilit vurduğumu farkettim.
O'nu sürekli yazmamın nedeni, ondan iyisini bulamamış olmam falan değil.


İlk olarak o kadar eğlenceli bir insandı ki bunları okusa tek kelime etmiyeceğini biliyorum, ikinci olaraksa süper malzeme çıkıyor.


Moskova'daki o adamdan sonra 1 yıllık bir ilişkim oldu ve onu da gerçekten çok sevdim, ayrıca hala en iyi arkadaşlarımdan.
'Eski kaşardan tost eski sevgiliden dost olmaz. ehuehue' diye geyik yapmayın skerim! Onu tanısaydınız 'Olur lan valla olur, gel benimle de beraber ol, ayrılsak kesin arkadaş kalırız.' derdiniz. 


Erkekseniz bunu demezdiniz, belki de derdiniz lan hatta cidden o kadar iyi bir adam ki 'Böyle bir karı yok dünyada, tercihlerimi gözden geçireyim en iyisi.' diyebilirdiniz. Onu kaybetmemin nedeni aşırı mantıklı bir insana dönüşmem ve 'Oğlum çok üzüyorum lan, onun kadar niye sevemiyorum ben.' diye ayrılmamdı. Ah kadınlar ve bahaneleri! de demeyin yine skerim! Cidden bahane değil, uydurucak olsam daha sağlamlarını bulurdum.


Sonuç olarak O'nu yazmamın nedeni tamamen aklımdan atamamamış olmam falan değil, zaten 1.5 yıldır görmüyorum belki görünce zerre kadar bir şey hissetmiycem ki %99 böyle olacak. Aklımda kalan güzel anıların sentezini yapıyorum burada, aşık olmayı, birinin yanında kendimi şapşal, yavşak, mal, şuursuz hissetmeyi ne kadar özlediğimi anlatmak aslında amacım. 


Kabul ediyorum, 2.5 yıldır mantığımın sınırları dışına çıkacak bir şeyler hissedemedim kimseye karşı, bu yüzden en son o şekilde hissettiğimde içimden neler geçtiğini unutmamak adına buraya karalıyorum, o depresif yazıları ağlayarak yazmıyorum mesela, O kişi için ağlamayalı çook uzun zaman oldu ki bu saatten sonra ağlatamaz beni bununda farkındayım.


Uzun lafın kısası, O'nun içimde yarattığı boşluğu gelse kendi bile dolduramaz aksine o boşluğun içine ilk düşecek insan kendisi olur. 


Tek istediğim şey o boşluğun dolmayacağını bilsem bile sağlam bir köprü kurulması. İşte o köprüyü kurabilecek yetenekteki insana süpriz hediyelerim olacak ve o köprü kurulsa bile Moskova'daki genç hakkında yazmaktan vazgeçmiycem çünkü gerçekten o kadar şapşal ki yürüse yazı konusu olur.

25 Mayıs 2010 Salı

Antenli genelev hayvanı

Bu gün facebook'ta eski erkek arkadaşımın fotoğraflarına yine gizli gizli bakarken, 2.5 yıl sonra bir şey farkettim.

Benden sonra bulduğu her kızı HAYVANAT BAHÇESİNE götürüyor.
Beni bir kere bile götürmedi!

Manyak mı lan bu adam, her karıyı niye hayvanat bahçesine götürüyorsun, bu nasıl bir fantazidir!

Sonra eve gidip hayvanları düşünerek mi sevişiyor bunlar, tavşanlar gibi tabirine uymak istercesine?
Bir de hepsiyle, bir zürafanın önünde fotoğraf çektirmiş, o da dikkatimi çekmedi değil.
Zürafanın metaforik bir anlamı var mı? Acaba aralarında: 'Zürafaya baksana.', 'Eee nolmuş?' 'O sana girsin! hueheueh' şeklinde espriler mi yapıyorlar?



1.5 ay sonra Türkiye'ye dönecek. ''Ben de istiyorum! diyicem. ''Götür beni de, zürafa önünde fotoğraf çekilelim, istanbul tayms diye fotoğrafları koy feysbuka!''

Ben daha iğrenç espriler yapabilirim ayrıca ama sevişmem, gider zürafaya sarılır uyurum gerekirse. Ona dokunmaktansa önce gider bir lamaya öperim sonra 'Öp beni öp beni ööp doyasıyaaa'' diye şarkı söyleyerek yaklaşırım, bence öpmez o halde. Öpmemeli yani! Hatta koşarak uzaklaşmalı! Öyle yapmazsa ben kaçarım zaten 'Oha lan herif nereden geldi, yaptığın harekete bak. Senin yaptığını apaçiler yapmaz!' der, tokatı basar fonda Radiohead-No surprises çalarken slow motion topuklarım ordan.

Her neyse ne konularda  hırs yapıyorum bakar mısınız, nasıl delirdim, kıskançlıktan kafayı yedim. Benim neyim eksik lan, 2.5 yıldır unutamamışım, 1 yıl berabermişiz,  en çok ben hakediyorum bir kere o zürafa önü fotoğrafını!

Burdan inzibatlarımıza sesleniyorum, Türkiye'ye adım attığı an benim yanıma getiriyorsunuz, sonra hayvanat bahçesinde 'hihihi ay al hadi beni çeğğk' şeklinde yavşak bir gezi yapıyoruz, sonra alıp bunu askere kapatıyorsunuz.

İşte o kadar!

Not: Yaptığım araştırmalara göre ''Zürafa'' Karaköy'de genelevlerin bulunduğu bir sokakmış, şimdi belli oldu neden zürafa önünde fotoğraf çekildiği. Ben vazgeçtim. Bulduğunuz gibi askere kapatın, 3 öğün dövün.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Çatladım lan!

Lisede dalga geçtiğim ezik ezik karıların, yurtdışından kıronun önde gideni bir herif bulup, çok gitmek istediğim ülkelere gitmesine ve facebook'a fotoğraf koyup hava yapmalarına deli oluyorum. Ulan daha bir iki yıl önce evinden çıkamıyordun, ne ara açıldın bu kadar.

Bir ben beceremiyorum şu international relationship olayını, el atıcam anasını satıyım, gözüm artık ülke dışında, alıcam kaslı ve apaçi sevgilimi gezicem ülke ülke, olmayacak başka türlü.

Çıldırdım laan! Ben burda haftada bir gün dışarı çıkıp bütün gün ders çalışırken o tip insanların sadece bir apaçi kapakladılar ülke ülke gezmelerine katlanamıyorum!

O fotoğrafını bile çekmeyi beceremediğiniz Eyfel kulesi, Pisa kulesi, hatta oralardaki küçüklü büyüklü bütün kuleler kıçınıza girsin!

O heriflerle beraber ülke ülke gezip apaçi dansı yaparken tepenize disko topu düşsün inşallah!!!

23 Mayıs 2010 Pazar

Sakın gelme hazır değilim deliyim kaç gündür

Uzaklara alıştırdıN beni, şimdi sakın gelme!
Uzun bacaklı kadınların soğuk ülkesinden dönme sakın!

Hayal kırıklıkları bıraktıN bana küçük küçük, onları da benden çalmak için dönme buraya!

Lütfen gelme! Kalbimden çıkan parmaklarım hala O'nunla ilgili bir şeyler yazmak istiyor.
Her şeyimi alıp gittin, senden sakladığım tek şey olan, yazdığım saçma sapan cümlelerin öznesi olan 'O' zamirini alma benden.

Evet artık benim için 'Ben' değilsin, 'O'sun, yine 'Ben'e dönüşmek gibi bir lüksün yok senin.

O'nu unutamadım, çünkü unutmak istemedim, hepsi bu...
Ben O'nu kendim için sevdim, yaşadığım her hayal kırıklığında O'na sarılmak için aklımdan çıkarmadım.
Mağaram O benim, kalbimin en karanlık köşesinde kimsenin göremediği.


Ama Sen gelme! Yüzlerce kilometre uzakta kal ve beni unut!

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Kadınların dolabındaki küçük canavarlar


Bence kadınların dolabında küçük canavarlar var ve etrafa 'Hiç kıyafetim kalmadı yea' hastalığı yayıyorlar. Özellikle biriyle buluşacaksan bu hastalık nüksediyor ve bu küçük canavarlar  olan kıyafetlerimizi de görmemizi engelliyor. 

KKB (kadın kıyafet birliği) dilinde buna 'geçici körlük' deniyor ve evden çıkıldığı an 'Ah ulan keşke şu kıyafetimi giyseydim, nasıl aklıma gelmedi!' etkisi yaratıyor.

Bu hastalık özellikle bahar aylarında çok tehlikeli hal alıyor ve kadınlar 'İnce giyinsem de mont mu alsam?' , 'Mont alırsam elimde taşımak zorunda kalıcam ya.' , 'Çok mu ince giyindim acaba zaten sevmedim bu kıyafeti!' krizlerini yaşıyorlar ve bu krizleri başarıyla atlatamayan bayan arkadaşlarımız PMS dönem krizindeymişçesine sinirli oluyorlar.

Bu durumdan birazda olsa yırtmak için erkek arkadaşlarımıza önerim: 
1) Kız arkadaşınıza bol bol iltifat edin.
2) Ayakkabılarını beğenin. (Ayakkabılarımız bizim canımız)

Son olarak bu hastalığın tedavisi yok, insan batırabilir ve yuva yıkabilir, o yüzden çok dikkatli olunuz! Hafif bir alışveriş ile bu güdüler bastırılabilir.

Saygılar.

21 Mayıs 2010 Cuma

DGG Kutlu olsun!

Merhaba küçük Bihter ve Behlül'lerim,
Nasılsınız bugün? Sırf cevap veremiyeceğinizi bildiğimden yazdım bunu çünkü nasıl olduğunuzu öğrenmek istemiyorum. Bugün bütün hocalar beni sattı, normalde aşırı yoğun olan Cuma günüm bomboştu; ben de bir arkadaşımla görüştüm, taksime gittim, bir güzel sosyalleştim. Haliç'e bakarak akşamüstü biramı içip sohbet ettim. (Her cumartesi taksimdeyim oğlum ben size ayak yapıyorum.hohoho)

Neyse her zamanki gibi monoton geçiyor hayatım bu dangalak sınav yüzünden yazacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu aralar hiç monoton geçmiyor, benim hayatımda ve yakınlarımın hayatında çok garip olaylar olmakta.

Mesela 20 ve 21 mayısı 'Dünya Göt Oluş Günü' ilan ettik, siz de duydunuz mu? Her sene şenliklerle kutlayacağız, açıcaz rakılarımızı 'Ulan ne maldık mına koyiğm' diye diye içicez. Evet, her sene iki gün sarhoş gezicez. Her neyse yaşadığım garip olayların yanısıra çok garip bir haber de aldım dün, 1.5 ay sonra Türkiye'ye gelecek bir insanın haberini. Havaalanında inzibatlarla karşılama planındayım, alsınlar götürsünler çok da umrumda değil sanırım, galiba, bilemedim ulan çok kafam karışık!
Facebook bağlantımı sildikten sonra, bu gün yaşadığım büyük göt oluş hikayesini sizlerle paylaşmak isterim sevgili gönül dostları. Ulan ben hayatımda hiç bu kadar utanmadım, hiç bu kadar büyük bir KAZMA tanımadım. Bir insan 'Beni özleyecek misin peki?' sorusuna 'Hayır..' der mi? Der mi ulan! Demez! Diyen öküzdür, hayvandır! Ama dedi! Bildiğin dedi. Vallahi de dedi! İnsan nezaketen bir şey söyler.

Herkese 'Artık açık olun, istediklerini söyleyin' diye bas bas bağırdım da (ne garip tabirmiş lan bu)  öküz olun demedim, insanlar bazen lafları başka bir taraflarından anlıyorlar. Eve gelirken 'Oğlum aşırı açım bir oturuşta bir kuzu yerim.' diyen ben, o 5 harf ve 2 noktalama işaretiyle doydum, geldiğimden beri 4 şişe su içtim, mideme oturdu mına koyiğm, gitmiyor bir türlü!

Egom yerle bir oldu, ben ki kendine aşırı güvenen bir insanım, 'Peki.' diyebildim, ne denilebilirdi ki ondan başka. Yani ne diyim... Tüh be acaba 'İnsan ol azıcık!' mı deseydim, ah be keşke deseydim, niye demedim ki demeliydim bence. Zaten mesajıma cevap falan da gelmedi, ben de oturdum ayı gibi cips yiyip film izliyorum, anlatım bozukluğu ya da zaman kayması yok (çokta skimdeydi ya onlar), evet film açık şu an simge durumunda küçük ve şirin filmim beni bekliyor.

Son olarak; kurban bayramında oturup o adamı kesicem, yemeğe beklerim.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Nazım yazar, biz okuruz.

Şu an ''Gaip Arabeks' dinleyip, Nazım Hikmet okuyorum. Şu an biramı yudumlarken, o sıvının aktığı yerleri gram gram hissediyorum. Şu an farklı bir ülkedeymiş gibi üşüyorum, buradan çok uzak bir ülkedeymiş gibi. Güzel kadınların soğuk ülkesinde...

Şu an ağlamak istiyorum ama beceremiyorum. Sürekli gülmeye alışan bünyem garip tepkiler vermeye başladı. Sanırım sarhoş oluyorum. Eveti bu aralar bunu hep yapıyorum ben. Ama bu gece farklı... Üzerimdeki çeşitli strese rağmen aklım onlarda değil bu gece, yine 2.5 yıl öncesine döndüm.

Şu an Nazım beni öldürdü, anılarım beni öldürdü, düşüncelerim beni öldürdü, ama yaşıyorum. Yaşama sebebim inat değil, hiç bir şey değil... Hem öldüm, hem yaşıyorum.  O kilometrelerce, yıllarca, milyon dakikalarca uzaktayken ben hem öldüm, hem yaşıyorum. Bunu o bilmiyor, başkası bilmiyor, siz bile bilmiyorsunuz, sadece ben biliyorum, ben hissediyorumi ben anlıyorum.

Yaşayan bir ölü değilim, yaşayan bir yaşayanım. İçi ölmüş bir yaşayan da değilim, ölü gibi ölüyüm! Ne nefes, ne kalp... Her şeyi tam anlamıyla gerçekleştirme takıntım burda bile kendini gösteriyor. Sizin anlayacağınız dilde hem yaşıyorum ölümüne, hem ölüyorum yaşayana.

Gidebilseydim... Ah! gelebilseydim yanına...

Çok uzun hikaye bu.. Çok karmaşık, çok yanlış anlaşılmalarla dolu, çok boktan.

O değil de...
Sen nasılsın?


BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
                    içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
                    ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
                        senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
                                     yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
                    biri sen
                    biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
                                bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey :
                  belki diyor. 





Nazım Hikmet Ran

Yiğit Özgür erotik hikaye yazarsa (Şu an yerle bir oldum. ahahahah)

Adım Tahsin Yolbeyli, 23 yaşındayım. Bu yaz tatlilinde komşumuz ayfer
ablayla yaşadığım macerayı sizinle paylaşmak istiyorum... Ayfer abla iki
yıl önce kocasıyla birlikte apartmanımıza taşınmıştı... Ve ben, o
günden beri onun için çıldırıyordum... Ayfer abla 32 yaşında 1.65
boylarında beyaz tenli enfes bir kadındı...

Kocası Ümran abi 39 yaşında 1.85 boyunda atletik yapılı, yanık tenli,
nefis bir adamdı... Ama konumuz o değil, konumuz Ayfer abla...

Ayfer abla sürekli giydiği askılı bluz ve mini etekle aklımı başımdan
alıyordu. Bir gün dayanamayıp kendisine açıldım...

-Ayfer abla sürekli niye aynı şeyleri giyiyon?İnsan kokar yav...

-Yıkıyoruz herhalde...

Aradan günler geçti... O gün başıma geleceklerden habersiz, semtimizin
bakkalı ismet abiyle sohbet ediyordum... ismet abi 43 yaşında 1.50
boylarında buğday tenli, buğday gibi bi adamdı...oldukça atletik bi
gülümsemesi vardı... konumuz ayfer abla olduğu için onu da es
geçiyoruz...

ben bakkaldayken içeri ayfer abla girdi...üzerinde vücut hatlarını belli
eden bir tişört vardı... nereye gittiğini sorunca köpeği muffy'yi
gezmeye çıkarttığını söyledi...

muffy 1,5 yaşında, 40-45 santim boylarında enfes bir köpekti... ipek
gibi tüyleri... amaan, ayfer ablaya geçiyorum...

ayfer abla beş on dakika muffy'ye göz kulak olabilir miyim diye sordu.
hemen kabul ettim tabi... eğilip köpeğinin tasmasını takarken gözlerime
inanamadım... sütyen giymemişti!!!

aklımı kaybedecek gibi oldum... elim ayağım birbirine dolanmıştı...
sonra ayfer abla muffy'yi bırakıp gitti... o gidince hayvan
huysuzlandı... havlamaya başladı... sakinleştireyim diye kucağıma alınca
gözlerime inanamadım... sütyen giymemişti!!!

hemen ismet abiyi kontrol ettim. o da sütyen giymemişti!!! peki kimdi bu
sütyeni giyen?!... tanrım yoksa...

aman allahım ben giymiştim! hem de annemin sütyenini giymiştim!
hatırlıyorum annem bu sütyeni tuhafiyeci erhan'dan almıştı...


tuhafiyeci erhan 1.75 boylarında, kumral... lan ben bu sütyeni nasıl
giydim lan?!.

hemen sütyeni çıkarıp muffy'ye taktım. muffy çıkarıp, ismet abiye
attı... ismet abi de dolgun kalçalarını sergileyerek sütyeni tezgahın
altına sakladı...

o esnada ayfer abla içeri girdi!.. üzerinde vücut hatlarını gösteren bi
gömlek vardı... hani tişört vardı, gömleği ne zaman giydin diye
sorduk... tuhafiyeci erhan'a uğradım ondan aldım dedi...

tuhafiyeci erhan 1.75 boylarında, kumral. bi dakka noluyo lan orda? vay
şerefsizler!!

-git lan! git!..

işte böyle.. artık muffy, ben ve ismet abi her gün buluşup
sevişiyoruz...hayat bizim için çok daha renkli oldu. öyle değil mi ismet
abi?

-harbiden dolgun mu lan kalçalarım

Kahve içiyorum, yemek yedim, su içmeyi severim, ferhat güzeldir.

Az önce eski sevgilimin yazdığı bir şeyi gördüm. ''Bir film karakteri olmak istesen hangisi olurdun?'' sorusuna ''Noah'' diye yanıt vermiş. Sikkktiirrr ordan pezeveng senden 'N' bile olmaz. Erdemli karakterlerin adını kirletmeyin lan! Valla deliricem bugün.

Dengesizler sarmış dört bir yanımı baktığım her yerde dingil duruyor.

Bu gün 19 mayıs canlarım,
Günün anlam ve önemine dair yazılan yüzlerce yazıdan bir tanesini yazmak isterdim lakin, o kadar dilinize sakız ettiniz ki yazmıyorum ulan! Bir öğretmen olarak yazmıyorum! Seneye atanınca çocuklara 19 Mayıs'ta amuda kalkmayı öğreticem var mı?
Evet, bugün gereksiz bir sinir stres hakim bünyemde. Aslında yalan söyledim, bugün değil dün de böyleydim. Hormonel olduğunu düşünsemde, gittikçe yaklaşan sınav ebemi skiyor sanırım. (ebemi severim, ona saygılar, kusuruma bakmasın.)
Herkesin tatil olduğu bugün matematik özel dersim vardı, mutlak değeri işleyerek mutlak suretle kafayı yemiş bulunmaktayım. Bir de o sikko dersten sonra, çok fena bir müzik dinledim FF'de. 'Of!' dedim ya 'İçeyim ben, içeyim de öleyim nolur!' dedim, sonra bir hıyar aldım ve soymadan yedim, bir süre evde öyle dolaştım. Hıyarı yedikten sonra yemek yapmaya karar verdim, çok süpersonik bir yemek yaptım. 'Kimseye yedirmiycem lan bu yemeği!' dedim kendi kendime, baksınlar da ağızları sulansın, gece uyurken yaptığım yemeği düşünsünler istedim, ama yediler, ibneler yediler bütün yemeğimi. Neyse.. Yine şarkıyı dinledim. 'İçeyim ya içeyim de öleyim dedim tekrar. Üstüne eski blogumdaki bir yazımı okudum (ki buraya da kopyaladım sonra), iyice kafam kaçtı.
Oğlum bu aşk meşk olayları ne saçma sapan şeyler lan. Onu geçtim yine bu sınav yüzünden aşık bile olamıyorum, olsam platonik olurum büyük ihtimalle, bir cumartesi dışarı çıkan insan ne aşkını yaşasın. (Aslında romantik olabilirdi lan, özlesin beni falan, amağn neyse.)
Evet, doğru anladınız, bugünkü konumuz ders falan değil, tamamiyle romantik yazıcam. Şimdi son 2 gündür benim tepemin tasını attıran, beyin damarlarımı genişleten, ağzımı bozan bir olay var, aslında olay değil durum demek daha doğru olur. Hiç kimse bana karşı açık değil lan, o kadar mı korkutuyorum karşımdakini anlamadım ki. ''Sen anlarsın, ben herşeyi çok açık anlattım aslında.'' mantığını sikiyim. Anlamıyorum oğlum, cidden anlamıyorum, psişik yapamadı daha beni bu sınav. Böyle alsa karşısına beni, konuşsa güzel güzel, valla insan yemiyorum, yemedim daha önce.(cidden yemedim).
(Of şu an yaşadığım olayı dipnot düşmezsem ölürüm. Karşı camdaki kız bağıra bağıra 'Beni sevmeyen ölsün gebersin inşallah!' diye bir bağırdı. Gebersin tabi lan, yürü kız kim tutar seni! Yaşın zaten en fazla 16, sen bu kafayla gidersen seksi rüyanda görürsün.)
Her neyse nerede kalmıştım... Hıh! Açık olmak. Ne kadar cana yakın, şirinbaba, mahmut tuncer bir insanım ben. Neden korkuyor insanlar benim ters bir tepki vermemden? Tamam çok kolay biri değilim. (yok lan bunu yazıya hafif karizma katsın diye yazdım).
Off! Aşırı daraldım şu an. Bu yazıya devam edemiycem sanırım, gidip Moskova'yı bombalıyım en iyisi, beni ancak o rahatlatır.

Perfection (diğer blogumdaki bir iki yazıyı buraya monte edicem, yine kpss kafasıyla yazılmıştı.)


Sevgili okuyucu,
Şu an senden bir şey istiyorum;
http://www.rainymood.com/'a tıklıyorsun. Daha sonra bilgisayarında varsa 'Trentemoller-Miss you' şarkısını açıyorsun, eğer yoksa; http://www.youtube.com/watch?v=5DUCKGyojpEbuyrun buradan dinleyebilirsin. Ses seviyesini makul bir şekilde yükseltiyorsun ki kulaklığın varsa eğer; tadından yenmez bu kombinasyon.
Bütün bunları yaptıktan sonra, gözlerini kapatıyorsun, koltuğa uzanıyorsun, ama en önemlisi DÜŞÜNMÜYORSUN. Aklındaki bütün düşünceleri sil, biraz meditasyon havasında bir yazı olduysa da işe yarıyor hatta 10 kişiyle paylaşınca Trentemoller gelip sizin evde çalacakmış.
Her neyse düşüncelerden arındır kendini, eğer bizim gibi sen de yağmurun sihrine inanıyorsan, yağmur sesiyle birlikte müziğe kaptır kendini. Sil aklındaki kötülükleri, üzüntüleri, iyilikleri, güzellikleri, ne varsa aklını meşgul eden sil ve dinle. Kendini duymuş gibi olacaksın, yani ya dibe vuracaksın ya da çıkacaksın, ya ölümüne ağlayacaksın ya da huzur bulacaksın. Hepsi bu...

18 Mayıs 2010 Salı

Ders çalışmadan önce dinliycem

http://www.youtube.com/watch?v=w8HRCacAQ-4 


Siz de dinleyin kukumav kuşlarım, Yargı organını kopartıp leşlerim arasına gömdükten sonra, daha insanca, insani, insanlığa dair şeyler yazmaya karar verdim. (Yalana bak maceralarımı anlatıcam halbuki. hohoho)

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Su gelir güldür güldür Abdullah benii güldür!

Merhaba böğürtlenlerim,
Bugün 17 mayıs, blogumun ilk günü çok mutluyum dememi bekliyorsunuz lakin blog yüzünden mutlu değilim, kendi yazdığım şeyden niye mutlu olucam canım manyak mıyım ben? Sensin lan manyak! Her neyse, burada tartışmayalım. Konumuza dönecek olursak: OĞLUM DENEME SINAVINDA SHOW YAPMIŞIM! Sırf bunu yazmak için başladım aslında bu yazıya, benim gibi Kpss'ye hazırlananlar varsa okusunlar diye. Önceki yazılarımda demiştim ya ergenler gibiyim diye, evet şu an bir ergenin mutluluğu var içimde. 107 eğitim bilimleri ve 81 gk-gy bana yetiyor da artıyor bile, hatta bir ingilizceci olarak 15 matematik yapmam geleceğim olduğunun göstergesi. (Her ne kadar sınavda 220-12=206 sonucunu bulsam da iyi biriyim, tanısanız siz de seversiniz.)
Bu saçma sapan yazıyı bitirdikten sonra 1982 anayasasının büyük büyük dedelerine çalışmalaya devam edeceğim, Yürütme organını tutup kesmeyi planlıyorum. 'Yürütme organı' isme bak, gel de yanlış anlama! Siz de anladınız değil mi? Kalbimiz o bizim kalbimiz. Ah! Ne kadar da fesatsınız iguanalarım! Sevgili cumhurbaşkanımız Abdullah'ımız Gül'ümüzün görevlerini tek tek çalışıp (oğlum bir sik yapmıyor bu adam diyerek) sindirmeye çalışacağım.
Merak etmeyin sindirdiklerimi gelip buraya yazmıycam, gidip direk sıçmayı planlıyorum. Her neyse bugün yine monoton bir gündü dersanede, gittim metametik dersine girdim (Orda da show yaptım! Hepsini çözdüm! Soruların hepsini! Parmak kaldırdım bir sürü ooh!) ve eve geldim. Bu kadar günüm bitti. Hayatımda cumartesi günleri de olmasa bir inekten farksız olucam. (ot yemeyi çok severim, boş zamanlarımda çimlerde vakit geçirmekten hoşlanırım.)
Akşam gelip yine yazarım sevgili okuyucularım, siz isteyin hep yazarım.
Öpücükler şimdilik size, organ beni bekler.

16 Mayıs 2010 Pazar

Hello Malatya, ne var ne yok orda?

Merhaba sevgili cheesecake'lerim.
Bugün uzuuun bir aradan sonra tekrar ders çalışmaya başladım ve benim için gerçekten çok zor oldu. 1982 anayasasının ebesini ninesini öğrenmemiz gerektiğinden şu an tam anlamıyla beynim sikildi. Çalışmaya hiç alışık olmayan bu bünyem Yasama'yı bitirdi sonunda ve seneye atanamazsam milletvekili olmaya karar verdim, o kadar öğrendik işe yarasın bari. Sevgili takipçilerim, canım yavrularımın da oylarını bekliyorum.
Aslında benim çalışmama hastalığım ilkokulda başladı. Baktım çalışmadan gayet idare edebiliyorum, notlarda iyi 'Böyle devam, baya ballısın sen yeaa.' diye kendimi gaza getirerek o balla üniversiteyi bile bitirdim taa ki kpss'ye gelene kadar. Ciddi anlamda çalışmadan olmuyor kardeşim bu sınav! ÖSS'yi (Öğrenci Sikme Sınavı) bile sikilmeden kazandım, KPSS'nin pipisi olmasa bile beynimi sikti. Beynim şu an 1.5 yıllık hamile, atanınca küçük beyinciklerimi sevgili öğrencilerimle paylaşmayı planlıyorum.
Her neyse günlük formatına geri döneyim en iyisi..Bugün çok feci bunalıma girdim, ''Kazanamıycam lan!  Atanamıycam! (ağlama efekti) Neyse yeaa hostes oluruz napalım.(Kendini avutma senaryoları)'' gibi triplere dahi girdim. Bildiğin ergenler gibiyim, vücudum çok garip tepkiler gösteriyor, sürekli PMS modunda gidiyorum. 
Ayrıca ders çalışmayınca çok sinirli olduğumu da farkettim, bu sınav beni aşırı atarlı bir kişilik yaptı ve son olarak yeni Calamity Jane olarak İstanbul sokaklarında fink atmaya karar verdim, hele bir de atanamıyım gidip komple Ankara'yı taramak da planlarım arasında. (Nasılsa hostes olucam ya uçak bileti beleşe gelir.) Sanırım bunalıma girmemin bir nedeni de dün gece yine çok içmem. Pazar mallığı depresyona sokuyor beni, zaten ayılamamışım bir de ders çalışma gerekliliği psikolojimi alt üst ediyor. Bir de alkoliklik yolunda emin adımlarla ilerlemekteyim, yeni adım Hostes Alkolik Calamity Aysun olacak, inanıyorum! Dünya tarihine geçicem ulan! Hikayelerim dilden dile dolaşacak!


Yok lan! Atanıcam ben, valla bak! 'Yürrrüüü be yavruum!'. Bak yine kendimle çelişmeye başladım, kendimle konuşmaya başlamam ise çok öncesine dayanıyor, çocukluğuma inip de içinizi baymıycam, tamam tamam korkmayın. 


Onu geçtim bazen sorularla da konuşuyorum ben, ah bu sınav kafamın içine etti. Sorularla aramdaki ilişki adeta abla-kardeş ilişkisi, mesela ; ''Sen kesin yanlışsın salak soru!''  ''Ulan seni yazanı bir bulsam ağzına sıçıcam böyle soru mu olur! '' Ayrıca bu tartışmalarda her seferinde ben haklı çıkıyorum ve sorunun üstünü karalıyorum 'Yanlış lan bu! Baksana kitapta da öyle yazmıyor ehhehe mal soru.'' gibi. (Baksana derken de kitapla konuşuyorum evet, bazen kitapla birlik olup soruları dövüyoruz.)
Yine konudan konuya atladım değil mi? Her neyse....
Aaa aklıma geldi! Kafamı bir yerlerde görürseniz selam söyleyin. Sınavdan sonra geri döndüğünde onu kitaplarım ve sorularımla bekliyor olacağım. (Okul çıkışı ağzına sıçıcaz oğlum senin. hohoho)

Beyin temelli öğrenme

Merhaba blogumu takip etmeye başlayacak arkadaşlarım, pikaçularım, balbazarlarım, böğürtlenlerim, kpsszedelerim, kpss ne lan diyen yurdum insanları, sevgili gönül dostları merhabalar size.
İlk cümleme aldanıpta çok kibar, süpersonik bir insan olduğumu düşünmeyin sakın, öyle biri değilim. Sadece size insanca bir hoşgeldiniz demek istedim.
Blog, açıkladığım üzere günlük formatında olacaktır. Bu yazımın başlığının nedenini ise şu şekilde açıklamak isterim: 'Beyin tektir ve bedavadır. Kullanınız. Çok kullanırsanız o tek olan beyin döner dolaşır size girer, küçük küçük beyincikleriniz olur ve inanabiliyor musunuz ONLAR DA BEDAVADIR.'  Şimdi arkanıza yaslanın ve şu kafası kaçmış insanın (yani bu ben oluyorum sanırım)  sınava 2 ay kala 'Şirinler' formatındaki maceralarına siz de tanık olun.
Öpücükler, sevgiler, saygılar.