23 Ağustos 2010 Pazartesi

Teşekkür ederim


Yıldönümleriydi.
Adam, beraber düzenledikleri odalarını çiçeklerle süslemek için gecenin bir vakti onlarca çiçek buldurmuştu arkadaşlarına.
Kadın ise her şeyden habersiz evdekilerle muhabbet ediyordu. Adam odaya çağırdı kadını..

Kadın: ''Efendim kuzum?'' diye sordu.

Adam, sevdiği kadının suratına bakıyor, onun için hazırladığı süprizi görmesini bekliyor, yüzündeki mutluluğu, mimiklerini hayatı boyunca unutmayacağı şekilde aklına kazımak istiyordu.
Kadın ise hala farketmemişti çiçeklerle süslü odayı.
Çünkü adamdan başkasını gözü görmüyordu, ne oda, ne insanlar, ne de dünya umrunda değildi sevdiği adamın yüzüne bakarken. Çünkü O varken dünya yoktu, çünkü kadın tek kelimesiyle hayatındaki her şeyi feda edebilirdi o adam için. Kadın tekrar sordu:

-'Neyin var?'

Adam şaşırdı, kadın cidden farketmemişti süprizi.

Adam: 'Odamıza bakar mısın?' dedi.

Kadın odanın çiçeklerle süslü olduğunu gördüğünde, yıl dönümlerini unuttuğunu düşündüğü sevgilisine asla bırakmayacakmış gibi sarıldı. Tek kelime edemedi, ne bir 'Seni seviyorum.' çıktı dudaklarından ne de başka bir şey sadece sarıldı, usulca : 'Teşekkür ederim. Her şey için.' diyebildi ve dudaklarına bir öpücük kondurdu.

O gece çok içtiler, hiç içmedikleri kadar çok, 1 cm ötesini göremeyecek kadar çok.

Sevişmediler o gece, sarıldılar sadece, konuştular sabaha kadar.
Kadın hayatında olmadığı kadar mutluydu, adam da öyle.
Gecenin sonlarına doğru hayallerinden bahsettiler, asla gerçekleşmeyeceğini bildikleri hayallerinden.

Gündoğarken adam sevgilisinin yüzünü ellerinin içine aldı, uzun uzun baktı ve 'Artık ayrılmamız gerekli.' dedi.
Kadın sadece baktı.
Tek kelime edemedi gecenin başında olduğu gibi.
'Neden?' diye soramadı, çünkü nedenini biliyordu.

Usulca sokulup 'Teşekkür ederim. Her şey için.' diyebildi ve dudağına hafif bir öpücük kondurup, gitti.
Ne kadın ağladı, ne de adam.

Çünkü onlar, ilişkilerine yalanlar, kavgalar girmeden; aşkları kirlenmeden bırakmışlardı.
Çünkü onlar kusursuzdu.
Çünkü onlar nedenini biliyorlardı.
Çünkü aşk bazen bir zaman hatasıydı.
Çünkü onlar biliyorlardı: 'Aşk yalnız bir operadır.'
Bir gece uyudular.
Ve hiç uyanmadılar.
Kadın şehri terketti, adam güneşin doğuşunu izleyip, bir kadeh daha koydu.

22 Ağustos 2010 Pazar

Çünkü benim evimin bahçesini yıldızlar aydınlatıyordu

Dünyanın en şanslı çocuklarından biriydim ben.

Doğduğumdan beri aynı mahalledeyim, bahçeli bir evde büyüdüm. Mahallenin küçük çocuğuydum hep. İğrenç sesimle şarkı söyleyerek girerdim hep yaşadığım sokağa, herkes geldiğimi anlardı, hala da öyle. Aylarca bu şehirde olmasamda hala aynı şekilde girerim elimde bavulumla yaşadığım sokağa, herkes gülerek selamlar beni, burada olduğum için mutlu olduklarını gösterirler.




Babam bahçeyle uğraşmayı çok sevdiğinden evimizin bahçesini cennetti her daim. Küçükken kiraz ağacına tırmanan, eriği dalından yiyip karşıda oynanan futbol maçı hakkında yorum yapan küçük bir erkek çocuğu gibi büyüdüm bu mahallede.

İlk sigaramı arka bahçede duran manolya ağacının güzel kokuları arasında içtim, manolya ağacı sadece ağustos ayında açar, bembeyaz bir çiçeği vardır ama çiçeğine dokunduğun anda çiçeği solar. Merak ya! O ağaçtan kaç çiçek soldurmuşumdur.
Şu an evimizin büyüklüğünde oldu o ağaç, babam 1986 yılında yani doğduğum yıl dikmiş, şimdi ise 3 katlı bir bina büyüklüğünde ben ise bu evde 24 yaşında küçücük bir çocuğum hala.

İlk aşkımı da odamın arka bahçeye bakan camından yıldızları seyrederken düşündüm, karşıdaki sokak lambasının yanmadığı, yan taraftaki binanın yapılmadığı, her yanın karanlık olduğu, yıldızların ise bahçeyi aydınlatacak kadar parladığı zamanlarda.

Dün gece, uzun yıllar sonra odamın camında sigara içtim, bir sokak lambası yanıyordu, etraf evlerle dolmuştu, yukarı baktım, yıldızlar hala parlıyordu ama bir fark vardı ne yıldızlar arka bahçeyi aydınlatıyordu ne de ben aşık olabilecek kadar umutluydum artık. Ben bunları düşünürken garip bir şekilde o an elektrikler kesildi, sokak lambası söndü, yine yıldızlar parlamaya başladı tekrardan aydınlattı bahçemi, kalbimi, ruhumu. Yeniden düşündüm bu evden uzak olduğum zamanlarda yaşadıklarımı:  ''Ne olursa olsun ben şanslıydım!'' dedim.

Çünkü ben odamın camından hala yıldızları izleyebiliyordum...

Çünkü benim evimin bahçesini yıldızlar aydınlatıyordu..

18 Ağustos 2010 Çarşamba

cCc İspanya İker cCc

Son zamanlarda Barcelona ve İspanyol erkekleriyle kafayı bozmuştum.Gece yatmadan önce :'Allah'ım bana bir ispanyol koca bahşet, Barcelona sokaklarında gezelim elele gitar tınıları eşliğinde, ay ışığı süslesin gecemizi.' şeklinde iğrenç derecede romantik dualar ediyordum.



Yazlıkta bir gün yine sahilde oturuyorduk. Ben yine 'Aah Barcelona'da olacaktık, her yerde gitarlar, yakışıklı adamlar, ay ışığı, hafif bir esinti, biraz şarap-gazoz, hafif sarhoşluk, şarhoşken içilen işkembe.' diye saçmalarken bir arkadaşın İspanyol sevgilisi olduğu aklıma geldi.(Tamam, Barcelona'ya gitmedim, ama her tarafta gitar çalan yakışıklılar, taş gibi ispanyol adamlar olduğunu hayal ediyorum. Evet, öyle.)



Ben bir anda celallendim, yüzüme nur geldi, kafamın üstünde ampul işareti çıktı ve: ''Aaa yok mu lan seninkinin kuzeni, amcaoğlu, amcası, dayısı, kardeşi, ananesi?'' diye sordum.
Allah'ın çok şanlı kulum ya, çok süpersonik bir cevap aldım: ''Kızım bitane vardı, süper başarılı, Barcelona'da yaşıyor, bir şirkette çalışıyor, bu kadar para alıyor, bu kadar kasları var, şöyle gözleri var.'' diye ballandıra balladıra anlattı. Tabi ben yine çizgi film karakterine dönüşerek gözlerimden kalp işareti çıkyı, kurta dönüştüm üzerine bir de 'Uuuğ'ladım, şu şekilde:

''Uuuğğğ bebeğim, adı ne peki?''

''Oha! adını unuttum dur öğreniyim.'' dedi ve sevgilisine mesaj attı.


Olayın traji-komik, kalp parçalayıcı, ağlatıcı, yerden yere vurucu, headbang yaptırıcı noktası ise burada başlıyor.
Çocuğun adı ne çıktı dersiniz?


Öyle biri olduğunu öğrendiğim dakika hakkında hayaller kurmaya başladığım benim bitanecik ispanyolum, yakışıklı prensimin adı 'Iker'.
'i' yi büyük harfle yazdım bilerek.
Ulan adamın adı iker çıktı.
İker lan iker. Bildiğin iker. Ben Fernando falan çıkar diye düşündüm ama adam alenen ikicek bizi.


Ben napıyım? Bundan sonra kara bahtım kör talihim diyip adama veriyim mi? Napıyım yani.
Yine başlamadan biten bir aşk hikayesiyle daha karşı karşıyayım canlarım.
Barcelona hayallerimi balıklar yedi, gitarlar kafamda kırıldı.
Aşk yine başka bahara kaldı.


Not: Kpss ile ilgili bir yazı yazıcam lakin okullar daha yeni belli oldu, puanım 79.792; İstanbul'da o kadar alakasız okul var ki ne yapacağımı şaşırdım, 1 eylüle kadar onunla da alakalı bol küfürlü, güllü, çubukçulu bir yazı yazacağım. Şimdilik öpmüyorum, çünkü çok sıcak ve kesin terlisinizdir babay.

17 Ağustos 2010 Salı

Duvardaki sinek

Bazı erkekler karasinek gibidir; sadece vızıldarlar, zarar vermezler, hafiften rahatsız ederler o kadar. Bazılarıysa sivrisinek gibi; ısırdıkları an tatlı bir kaşıntı tutar, kaşıntı yavaş yavaş artar, kaşımaktan yara olur.




O yüzden karasinek kıvamındaki adamları çok rahat öldürürüz; sivrisinekler ise bizi bütün gece uyutmazlar, açtıkları yaranın izi kalır, birini öldürürsen diğeri sana zarar vermeye devam eder. Karasinek tipli adamları öldürdüğünde hemen yere düşerler, duvarda izleri kalmaz; diğerlerinin ise duvarda izleri kalır ve o sizin kanınızdır.





Bu yüzden derim ki ‘Kadın dediğin vurduğunda yere yapışacak’ cümlesi ‘Erkek dediğin vurduğunda duvara yapışacak.’ şeklinde değiştirilmelidir.






Çünkü biz kadınlar asla insanlara aşık olmalıyız; ‘ezik’ diye tabir ettiğimiz adam aslında ‘’karasinek’’tir, ‘’piç’’ler ise sivrisinek. Kanımızı içerler; sıktığımız sinek öldürücüler, sürdüğümüz ‘‘off’’ lar bir boka yaramaz, onlar istediklerinde biz fark etmeden sinsice yaklaşıp ısırırlar, kanımıza o kaşıntı verici maddeyi salarlar, kanımızda dolaşılar. Maddenin etkisi geçtiğinde bıraktıkları izleri görürüz, önce şişerler, sonra yara olurlar, yaralar kabuk bağlar, kabuklar ize dönüşür…






Bize ise sadece gece kalkıp o adamı öldürmek, duvarda duran kendi kanımızı izlemek, uykumuzun kaçması ve o yarayı kanatana kadar kaşımak, yaranın kabuk bağlamasını izlemek ve kabuğun ardından kalan izleri saymak kalır.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Bir tatil kafası

Merhaba tombiliboolar




Bunu yeni öğrendim, TRT çocukta bir program; psikopat bir şey, teletabiler yanında halt etmiş. Ne kafayla bu programı yazdıklarını anlamamakla birlikte, biz ne kafayla bunu yeğenim Efe’ye izletiyoruz onu da çözmüş değilim.




Her neyse; şu an yazlıktayım, bahçede yazıyorum bu yazıyı. Puştum farkındayım, hatta bu yıl tatilin bokunu çıkardım onun da farkındayım. 2 haftadır yazlıktayım, yandım mı? Evet, tabiî ki. Ama şu şekilde; sürekli okey oynadığımızdan vesikalık denilecek bölge (surat, omuz, boyun, göğüs kısmı) cillop gibi yandı. Havlunun üstünde uno oynadığımız için göbek bölgem de o şekilde yandı, ama bacakları sormayın, sanki sonradan eklenmiş gibi duruyor, BEMBEYAZ!





‘’Güneşlensene kızım salak mısın! Kağıt, okey gibi oyunlar oynayarak yanılmaz.’’ dediğinizi tahmin ediyorum. Onu da denedim!






Bugün bir değişiklik yapıp yatmaya çalıştım ve tamamen güneşlenme özürlüsü bir insan olduğumu tekrar kanıtladım. Durduğum yerde duramıyorum ki bacaklarımı yakıyım. Yatıyorum, 1 dakika sonra yer değiştiriyorum, 30 saniye sonra sigara yakıyorum, sonra sıcak oldu diyip denize giriyorum, çıkıyorum, yine yatmaya çalışıyorum, hoop birileri geliyor; ‘Ay hadi fotoğraf çekeliiiğğğööğğğm’ bahanesiyle kalkıyorum ve bir bakıyorum ki saat 6 olmuş, ‘’Eh! Haydi o zaman okey oynama vakti!’’ derken, tabiî ki yanamadım. Allah’ım bacaklarım bembeyaz, neden bembeyaz! Süt gibi mına koyiğm, bronz tenden nefret eden ben, hırs yaptım resmen! Yanacak o bacaklar, yoğurt süreceğim derece yanacak! Öyle yanacak ki acısından gece uyuyamıycam! Bunlar sanki benim bacaklarım değil de başkasının bacakları, omzumla arasında en az 3 ton fark var.






Not düşmek isterim ki; evet bu aralar tek sorunum bu.






İkinci notu düşmek isterim ki; bugün 6 ağustos, sınav puanlarının açıklanmasını bekliyordum ama pazartesiye ertelenmiş, yine stresliyim, tabi bunda bacaklarımın süt kıvamında omuzlarımın da çikolata kıvamında olmasının da etkisi var.






Tatil, seni çok seviyorum, kaptım alt dudaktan. (Evet, tatilin.)