30 Haziran 2010 Çarşamba

Yanımdaki Okşan, Ruhumdaki Osman






Bugün yolda yürürken şimdi yazacağım yazıyı düşündüm.
Bir klip havasında kulağımda kulaklık yürürken sanki kafamda bir baloncuk oluştu, içinden kelimeler geçti.
Ama şimdi baloncuk patladı, kelimeler dağıldı, hepsini unuttum...


Dün konuştuk seninle..
Bana sen o'sun dedin. ''O...''
Konuşurken geçiştirdim lafı, benimle tekrar konuşmaktan mutlu olduğunu söyledin, ben gelme dedim diye Türkiye'ye gelmediğini..
Bunun doğru olmadığını sen de ben de biliyorduk.. 




Evet, ben 'O' yum.
3. tekil şahısım.
Osman'ım ben.
Hayatına girmiş, bir türlü çıkamamış bir Osman.
Gerizekalılığına doymayıp, hala seninle konuşan Osman.
Seni uzaktan uzağa izlemiş, yanındaki kızlara 'O' olduğumu bilerek gülerek bakmış, hayatını bir türlü düzene sokamamış, senin de aklından hayatın boyunca çıkmayacak olan Osman.


Ama sen de benim için 3. tekil şahıssın.
O'sun.
İsmin Okşan.
Ben orospu oldum senden sonra dedin ya, sana bu ismi uygun gördüm.


Filmlerdeki gibi görmeden biliyorduk üçüncü tekil şahıs olacağımızı, sonumuzu bile tahmin ediyorduk belki.. Tesadüflerden oluşuyordu ilişkimiz ama bu dünyada 'tesadüf' diye bir şey yoktu.




3. tekil şahıslar asla aşık oldukları adamın/kadının yanında durmazlar, zaten aşk tek kişiliktir. Çok sevipte kavuşan hiç bir çift yoktur. Kavuşulamadığı için aşktır zaten, diğer türlü 'aşk'ın adı 'alışkanlık' olur, 'aldatma' olur, 'göt' olur, 'orospu' olur, 'piç' olur ama asla 'aşk' olmaz.


Biz o kelimelere dönüşmeden sıkıldık 'aşk'tan.
2 hafta yanyana uyuyunca da sıkılırdık zaten.
Çok benzerdik biz, ben sana dönüşmeden önce.
Şimdi ise aynıyız.
Uzakken daha iyiyiz.


'Ben hep aşığım ki, senin arada kafan kaçıyor.' dedin. 'Kafa kaçması' benim cümlem, t-box çakmağını aylarca boynumda taşıdığım için söylemişlerdi o cümleyi bana. 


Umursamamıştım. 
Seviyordum. 
Bitmeyecekti.
Dönecektin.
Onunla bununla takılmış olsan da kabul edecektim seni..


Şimdi ise;
Dönülecek yolların hepsini yedim.


Senden sonra kendimi o kadar çok sevdim ki, başkasını kendim kadar sevemeyecek duruma geldim. 
Kendimi o kadar çok önemsedim ki, fedakarlık ne demek unuttum, kimse hatırlatmadı, herkes beni bu halimle daha çok sevdi. 


Çünkü sadece kadınlar değil, erkekler de güvenilmez kadınlara aşık olurlar, onlarla sevişirler.
'İyi niyetli, fedakar' kadın ise yalnız kalıp, erkeğinin arkasından ağlamaya mahkumdur.


Not: Yukarıdaki şarkıyı 2 gündür kesintisiz dinliyorum. Siz de dinleyin. Dinleyin dedim. DİNLE LAN.
Download için: http://www.divshare.com/download/11857849-cab

21 Haziran 2010 Pazartesi

Tek parça

Etrafa mayınlar döşeyip giden bir adam vardı..
Gittiği anda onu takip eden, gözünü kırpmadan mayınlara tek tek basan bir kadın...
Paramparça oldu.
Yanmış ruhunun kokusu yayıldı etrafa.


Ölmeden önce son kez sordu adama:
-Beni nasıl istersin?
Adam cevap verdi:
-Tek parça.


Kadın adama ölmeden önce son bir kez baktı...
Kolunu aradı, dişleriyle ellerinden çekti, artık işe yaramayan parmaklarıyla oynadı..
Nah çekti.
Ve öldü.

20 Haziran 2010 Pazar

Cumartesi pazar hoşgeldin gönül yazar.

Merhabalar canlarım.


Kaç gündür sosyalleşmekten yazamadım desem yemezsiniz biliyorum, ama olsun tek gün sosyalleştim. O gün de 'Bugün benim günüm yihuuğ' gibi salak kız modlarında gaydırıgubbak gibi eğlendim. Gaydırıgubbak ne bilmiyorum, bence çok yakıştı cümleye.


Evet arkadaşlar, Efes one love'dan bahsediyorum. Fischerspooner sahnedeyken benim şuurum kaçtı, ayrıca ben bu kadar fan olduğumu bilmezdim, bütün şarkılarını biliyormuşum lan! Ama normal, bütün gün evde oturup müzik dinlersen bilmemen imkansızlaşıyor, tabi salak değilsen.


Geçen haftasonu dışarı çıkmamıştım, tabi 2 haftanın kafa kaçıklığı olduğundan cuma akşamı bir duş aldım, hadi bi bira açıyım dedim, hadi dedim eğleniyim azıcık kendi kendime, böyle oynak müzikler açtım, bir yandan dans ediyorum bir yandan msnde onla bunla geyik yapıyorum. 
Ah dedim yea yeni saçımla (ki çok süpersonik oldu valla bak) fotoğraf çekmedim hiç, en iyisi fotoğraf çekiyim. 


Evet, her asosyal hatun gibi gecenin 1'inde süslendim 50ye yakın fotoğraf çektim. Sonuç noldu biliyor musunuz? O kadar poz verme özürlüyüm ki 3 tanesini seçebildim. 3 lan! Bu kadar mı kazmasın! Biraz kadın ol böyle şuh pozlar ver, yok efendim malım ya, kazık gibi duruyorum! Başka türlü olmuyor. 


Her neyse oturdum oynadım biraz fotoğraflarla, tabi bir yandan bira ve dansa devam. O gece fotoğraf yorumları  falan derken geçti. (Böyle egom bir tavan, nasıl götüm bir kalktı anlatamam, önceden demiştim ben kılda keramet yokmuş diye, baaak çıktı işte!)


Her neyse 2 haftalık iç sıkıntısı, ders çalışamama, asosyallik, twitterda saçmalama derken cumartesi günü geldi çattı. En sevdiklerimle görüşücem bide nasıl özlemişim, nasıl heyecanlıyım.


Ne giysem diye 1 saat düşündüm, giyeceğim elbisenin fermuarıyla yarım saat uğraştım.
''Ulan şişman değilim şerefsiz fermuar neden kapanmıyorsun! '', 
''Hay ben senin gibi fermuarın fabrikasının, elbisenin kumaşının....' diye küfürler saya saya sonunda fermuar kapandı. 


Terslik ya, böyle kendine özenesin geldiği zaman o gerzek makyaj asla düzgün olmaz! O aylaynır hep yamuk çekilir! O rimel hep göz kapağına bulaşır! 2 kere silmek zorunda kaldım makyajı. 
''Lan!! Dün gecenin bir vakti fıstık gibi makyaj yapmıştım bugün niye olmuyor!'' diye sinir krizleriyle hazırlandım. Gayet hoş göründüm kendime, 'Haaaydi o zaman fischerspooner beni bekler, hahhaaay!' triplerinde çıktım evden. 


Taksimde bir arkadaşla buluştuk, sonra başka arkadaşları 2 saat bekledik. Ulan sıcaak! Ne özen kaldı ne bir şey. Ama olsun onların suratını görünce unuttum beklediğimi, pek özlemişim hemen yumuşayıverdim, vıcık vıcık oldum, saniyede dedikoduya başladım. Çok iyi bir arkadaşım ben, yerim beni. Neyse lan konumuz bu değildi.


Sonunda one love'ın yapılacağı alana varabildik. Ondan sonra hoop gelsin biralar, böyle bir kokteyl havasında takıldık ilk başta, fotoğraf falan çektik. Ben nasıl cıvığım, nasıl neşeliyim, nasıl teletabiyim anlatamam, yerimde duramıyorum, 2 hafta dışarı çıkmadım ya kudurdum! ''24 yaşına geldin biraz ağır ol, bir de öğretmen olucaksın cıkcık!'' diye kendimi ayıpladığımı düşünmüyorsunuz herhalde. Teletabilik pek yakışıyor zaten bütün gece kızlarla sarılalım sıkı sıkı modundaydık. Oynadık, insanların kıyafetlerine bok attık, uzağı görme özürlü olduğundan her gördüğüm çocuğu yakışıklı sanıyorum, kızlara ''Abi burdaki herkes mi çok yakışıklı, ben mi körüm, yoksa aşık olmak istiyorum diye diye kafayı mı yedim?'' diye sordum, ve cevap olarak tabiiki ben kördüm, aşık olucam diye kafayı yemiştim, yakışıklı eleman varsa da o kadar kalabalıkta seçilmiyordu. Hayal kırıklığıyla 'Tamam yeaaa ben bira alıcam.' diye diye sarhoş oldum. Hohoho çok süper eğlendim sarhoş olunca, ona buna sataştım.


Vee o gece de bitti, ben yine sefil ev hayatıma geri döndüm. Bugün ne mi yaptım? Çamaşır yıkadım, oturdum, ders de çalışmadım. Sonra baktım ben baya baydım kendimden, böyle aşırı sıkıldım biraz da karşı evi röntgenliyim dedim, yok geçicek gibi değil sıkıntım, 'Romantik komedi' adlı filmi izledim. 


Böyle kalbim hop hop yaptı. Ben aşk filmi izlerken ki film ne kadar kötü olursa olsun (film güzeldi) maymun olurum. Jude Law'ın 'Holiday' filmini izlerken takla atmışlığım, kanepeden düşmüşlüğüm, çığlık atmışlığım, küfür etmişliğim var, resmen damarlarım genişliyor konu aşk olunca, kanım hızlanıyor, gerzekleşiyorum. Bu gece de aynen öyle oldum, her cici sahnede sandalyenin üstünde şekilden şekle girdim. Sonuç; E tabi sandalyeden düştüm! Kendimi toparladım derken sigarayı ters yaktım falan. Neyse ki evi yakmadan bir romantik-komedi tarzda filmi de bitirmiş oldum.


Yine sonuç ne mi?


Aşık olmalıyım triplerindeyim, deliriyorum.
Böyle yağmurda sevgilimle gezmek istiyorum, süslenip romantik akşam yemeklerine çıkmak istiyorum, yavşak cıvık bir çifte dönüşmek istiyorum. 
Şu an öyle bir ruh halindeyim ki camdan atlıycam! 


Bak yine yalnız hissettim görüyor musun? Ah benim ergen triplerim, gerileme yaşıyorum resmen!
Nerde benim Matheww Santos-drop a coin'im. 
Ne diyor bu adam ya! Ağzıma sıçtı yine...
'Noone likes to be lonely.''
Arkadaşlarıma merhaba diyin: 

















15 Haziran 2010 Salı

Bir genç kızın şehir efsanesi olmuş hikayesi

Üniversite 2. sınıftaydım, o senemde alkoliklik sınırlarında geziniyor, yurda sadece kıyafet değiştirmeye gidiyor, okula hiç uğramıyor, asi genç havalarında arkadaşlarımın evinde kalıyordum.

Bir gece her zamanki gibi şargoz (şarap-gazoz) yapıcağımız için markete gittik, ilk başta baya kalabalıktık. Benim de yaşım o zaman genç, üniversiteyi küçük yaşta kazanmanın tadını çıkarıyorum, evin küçük kızı gibi ordan oraya zıplıyorum, ona buna sataşıyorum, kimse bir şey demiyor. Tabi o arada 1.5 şişe şarabı içmişim.

Ama küçüğüm ya sarhoş olsamda farketmez, bir de o zamanlar çok acayip sarhoş olunca 's' ve 'ş' harfi birbirine giriyordu, bir türlü söyleyemiyordum, sarhoşken biri benimle tanıştıysa 'Ayşun' diyordum adıma, en azından ertesi gün anlatılanlar hep bu doğrultuda.

Her neyse o gece herkes gittikten sonra bizim çocuklar her zamanki gibi 'Knight online' başına oturdular, ben kaldım ortada. Tabi durur muyum, önce gittim bitanesinin tepesine sallamadı, sonra diğer odaya gittim oyuna karışmaya çalıştım sallamadı, en son son arkadaşın beynini yedim 'Hadi bana nah çekerken ses çıkarmayı öğret, hadi öğret yea, nolur be ben hiç ses çıkaramadım ama hadi lan.' diyerek.

O sesi duyan diğer arkadaşta hemen zıpladı odaya. O kafayla bana öğretmeye çalışıyorlar: 'Bak Aysuncum önce bileğini yalıycaksın sonra nah çekerken hemen kaydırıcaksın elini ki ses çıksın.' gibi özürlü cümlelerle. En sonunda başardım.
Allah'ım nasıl mutluyum, nah çekerken ses çıktı ya o gece benden mutlusu yok! Yerimde zıplayıp duruyorum 'Yaptım lan ses çıktı!' diye.

Hala hiç bir şeyden haberi olmadan knight oynayan arkadaşın odasına gittim, o da beni o kadar mutlu görünce 'Noldu lan buna' diye şaşırdı.(Belirtmek isterimki saat sabahın 6'sı falan)
Ben büyük bir mutlulukla 'Oğluum yaptım lan ses çıktı! Artık nah çekebiliyorum baaak!' dediğim anda dünyamın kararması bir oldu.

Evet nah çekmeye çalışırken o elim kaymış, kendi kendime yumruk atmıştım.
Evet, bunu başardım ve gözüm ilk baş biraz şişti sonra ise morardı.

Herkes dondu kaldı bir iki saniye sonra ise bütün gece güldüler, bütün gece güldükleri yetmiyormuş gibi herkese anlattılar, gözünü nah çekerken morartan salak diye şehir efsanesine dönüştü. 

Bu hikayenin üzerinden tam 5 yıl geçti, beraber yıllarımız geçmesine rağmen insanların aklına yer etmiş en önemli hikayem budur ve ne yazık ki her konusu açıldığında saçma sapan 'Nasıl morartmıştın lan gözünü. ahahahhhaahhahahahahh' diye gülmelere maruz kalıyorum.

Kendimden utanıyor muyum?

Niye utanıyım lan, canım acıdı benim orda, siz anca gülün!
Kafa güzelken kimse inanmasa da o el kayıyor bir kere! 
Hiç bir şeyden haberiniz yok mına koyiğm yea!

14 Haziran 2010 Pazartesi

Aldığım tüm 'ah'lar bugüne 'oh' olarak yansıdı

Ah'ını aldığım insanlar bana ne tip bir beddua ettiler bilmiyorum.
Ama sizden özür dilemiyorum çünkü fırsat verseydim 'ah' ettiklerime dönüşecektiniz. 

Güç çok pis bir şey, karşındakinin eline verdiğin an seni mahvediyor, yerle bir ediyor, en yüksek binanın tepesindeyken bir tekmeyle yere itiyor ve sen ölmemek için değil onun elini bırakmamak için düşmemeye çabalıyorsun. Karşıdaki ise elindeki gücün kör edici etkisiyle sadece 'bakıyor', bomboş gözlerle.


Sınav stresinden midir bilmiyorum, içim sıkılıyor, bomboş hissediyorum kendimi.
Bu güne kadar kendi kendime ayakta durmayı her zaman becerebilmiş, dünya umrunda olmayan, pek bir şeyi ciddiye almayan biri olarak gördüğüm ben, birine tutunma ihtiyacı hissediyorum. Birine sarılmak, güven duymak, huzurlu uyanmak, pişmanlık duymamak..

Karşımdaki insan hem arkadaş olsun bana sonsuz güven versin, sarıldığımda başka hiç bir şeye ihtiyaç duymayayım hem de beni sahiplenebilecek cesareti olsun istiyorum.





Ruhum kirlenmiş gibi, aşk aradıkça kaçan saçma sapan bir olay. Ben denedikçe, uzun zamandır denemeyi bıraktım, ruhumu kirlenmiş, kendimden uzaklaşmış hissediyorum. Kendimden uzaklaştıkça boşluğa düşüp hatalar yapıyorum ki uzun zamandır hata bile yapmıyorum, bu pek iyiye işaret değil. İnancımı kaybetmişim gibi, çok korkutucu.

Çok ilginç bir şekilde hiç bir şey hissetmiyorum, sadece boşluk. Ne acı var bu bünyede ne de mutluluk. Aşıkmışım gibi mantığımla hareket edemiyorum ama duygularımla da hareket edemiyorum. Sürüklenip gidiyorum. Neyin stresi, neyin bedeli, neyin sonucu bilemiyorum. Sadece böyle gidiyor ve elimden hiç bir şey gelmiyor.

Yeni bir savunma mekanizması geliştirdim, kendi duygusuzluğumun bedelini başkalarından çıkarıyorum, vicdanımı rahatlatıyorum, suçları başkalarına atıp içimdeki sıkıntıyı atmaya çalışıyorum. Her şeyi geyiğe vurup şu içimdeki kocaman 'uçurumu' doldurmaya çalışıyorum.

Sanırım artık bunu başaramıyorum, bu yazılarıma bile yansıdı. Depresif, ergen, gerzek yazılar yazmaya başladım.

Sadece... 
Ne biliyim... 
Çok güçsüz hissediyorum...







Akrostişmişim

Karnımdaki stres böcekleri
Pompalı tüfek gibi
Sınav midemi deldi
Sorgu sonuç ekranı önüme geldi

Aklım eridi sınav sınav diye
Ğ'ye dönüştüm bilemedim niye?
Zaman geçti bitti anlamadım bile
Ilık sularda yıkayın beni.
Magmaya atın kaynatın beni.
Antalya'ya gitsem ne güzel olur dimi?

Sorular beynimde adeta bir girdap
Ihlamur ağacı dolu sokaklarda düştüm ben bitap,
Çamurlu sularda yuvarlandım bir bak.
Türkiye'nin İstanbul'una atayın beni
Issız şehirlerde ziyan etmeyin e mi?

13 Haziran 2010 Pazar

Chairlift-Bruises

I'm permanently black and blue, permanently blue for you.


Bıkamadığım her seferinde içimi 'hop hop' eden şarkı sizlerle.

Sugar

Merhabaa cücüklerim,


Kaç gündür yazamadım size, bir bok yaptığımdan değil laptopun adaptörü bozuldu, eniştem onu türk usulü mavi elektrikçi bantıyla yapmasaydı, ağzımdan köpükler çıka çıka internet krizine girebilirdim.


Bu geçen günlerde karşı apartmandaki 2 ergen kız annelerine bağırmadı, bana pipisini göstermeye çalışan 5 yaşındaki velet hiç gözükmedi, evi artık 'Esra Eron'un programı mı?' diye aramıyorlar ki en çok buna üzülüyorum. Ne güzel orta yaşlı amcalar evi arayıp 'Emekliyim, 50-60 yaşları arası türbanlı hayat arkadaşı arıyorum.' diye bize bilgi bırakıyorlardı, telesekretere bile mesaj bırakmışlıkları var ama telefonlar kesildi çok monotonlaştı hayatımız.


Bu monotonluktan kurtulmak için gittim kısa kestirdim saçlarımı.
Kurtuldum mu? Hayır tabiki sadece para kazandırdım kuaförüme. (Allah'ım ne iğrenç bu kelime kuaför, kooför, kuoför. Bir de şöfer var ama bu konumuz dışı.)


Bu haftasonu annemlerin gelmesi sebebiyle evde bir bayram havası vardı, taa ki annem bir poşet okunmuş kesme şeker çıkarıp 'Sınava kadar bunları ye, sınav gününe de 2-3 tane bırak.' diyene kadar. 


O anda isyan etmem ve: 'Yeaa insan olips falan okutur! Bu ne be at mıyım ben! Kahveme falan atsam olur mu? Kahve için de 3 kuluvallabirelham okurum.' diye çemkirmem bir oldu.
İşin kötü kısmı 'Al, koy bunları odana.' demek suretiyle annemin beni hiç sallamamış olması.
Onu geçtim, gelirken bir de okunmuş 'su' getirecekmiş. 'Dolaba koyarım da soğusun, musluk suyu değil dimi yea?' diye sormam ve annemin yine beni hiç sallamamış olması da evdeki statümü gözler önüne sermekte.


Şimdi dolabımda bir poşet kesme şeker var. 
Alt katımıza yakışıklı birilerinin taşınmasını, şirin bir ifadeyle 'Evde şeker kalmadı siz de var mı?' dediklerinde 'Ay olmaz mı, buyruğn!' demek suretiyle okunmuş şekerlerimi 'Alleahım bunlar benim olsun.' şeklinde dualarımla onlara kakalama niyetindeyim. Tabi bu niyeti gerçekleştirmem için alt kata yakışıklı birilerinin taşınması gerek.


Aaaah aaaah! Hayat çok zor gönül dostları. Neyse ki annem okunmuş pirinç getirmeyecek, bu yüzden Ayşecik misali mutlu olup bu sıcakta şen şarkılar söyleyebilirim.


Hayır, aklım gayet yerinde.


Sadece hava parçalayıcı bulutsuz 30 derece ve sıcaktan beynim erimiş olabilir.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Sınav yaklaşırken...

Beni bu stresle başbaşa bırakan eğitim sistemine kafam girsin.


Kafa mı bıraktınız lan gidip öğrenci yetiştiriyim?


Saçlarım dökülüyor.
Sürekli uyku halindeyim, uyumayınca ise hiç uyumuyorum, gözlerimin altı mosmor oldu.
Hormonel bozukluklar yaşıyorum.
Dışarı çıktığım nadir zamanlarda ölümüne içip sarhoş oluyorum.
Kronik baş ağrısı başladı.
Durup durup ağlıyorum.
Sürekli sinirliyim ya da sürekli gülüyorum, dengesizlik hat safhada.


10 temmuzda bu psikolojiyle sınava girip, belki de adını bile duymadığım bir şehre atanıcam.


Devletin benden ne çeşit bir yarar beklediğini çok merak ediyorum.


Öğretmenleri ne hale soktunuz!
Eğitime hiç önem vermediniz yıllarca!
Mesleğimizden soğuttunuz bizi!
Üç kuruş maaş için maymun ettiniz, saygınlığımızı aldınız elimizden!
Ve bizden zeki, çevik, ahlaklı nesiller yetiştirmemizi mi bekliyorsunuz?




Bu sınav sistemi sayesinde küçük küçük psikopatlar yetişecek yurdum okullarında.


Vatana millete hayırlı olsun.

6 Haziran 2010 Pazar

Çünkü 'Gone away' çalıyordu.




Play'e basın...
Şarkı başlasın..
Hikayesini kendi anlatsın..



Far away you've gone, and left me here
So cold without you, so lonely dear
May June July I count the time
Every minute I go takes the smell of your clothes
Further away


Şarkı başladığı an yankılanan sözler bunlar. 
Evet gittin, hem de çok çok uzaklara. 'Ben başkasına aşık oldum.' dediğin gün keşfettim bu şarkıyı, dinlediğim an aklıma ilk o cümleler geldi, göğüs kafesim ellerin arasında sıkıştı, nefesimi aldın götürdün kilometrelerce uzaklara...
'Ne zaman gideceksin?' diye soramadım bile, bilgisayarın başında öylece kaldım. 
Bu öylesine bir gidiş değildi çünkü, aşık olduğun kadının yanına taşınıyordun, ben ise evde, yaşadığım şehirde, yaşadığım ülkede, odamda, o bilgisayarın başında tek başıma, nedenler niçinler arasında bakıyordum sadece. Tek kelime edemedim ve gittin...

'Cause you've gone away
Where there isn't a telephone wire
Still I wait by the phone
You don't even write to say goodbye
Goodbye


Seninle alakalı her şeyi silmeye karar verdim o gece.. O gece hayatımdan alıp gittiklerini düşündüm sabaha kadar. Nasılsa bir daha sarılamıyacaktın bana öyle sevgiyle, sabah uyandığımda yüzünü göremeyecektim, özlemeyecektim artık seni, sevmemem gerektiğini anlattı bana o satırların, fotoğraflar, videolar kalsa ne değişirdi ki? Hiç bir şey eskisi gibi olamıycaktı, çünkü başkasına aşık olmuştun, son sözlerin buydu, sözlerin bittiği yerde tek başıma bıraktın ve yabancı bir ülkeye gittin sessizce. Ben daha 
ne olduğunu kavrayamamıştım bile...

I have saved every piece of paper
Like grocery lists and note cards
To do lists and race scores
So just in case you change your mind
And come back, I've kept everything safe


Şarkının bu kısmında manyak olduğumu düşünebilirsiniz lakin onların hepsini yaptım ben. Beraberken yaptığımız alışveriş fişlerini bile sakladım. Yukarıda yazdığım gibi atamadım hiç bir şeyi, dönmesini istediğim için mi bilemiyorum. Bizi 'bir' yapan her şey bir dolabın en arka köşesinde siyah bir çanta içinde gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Gittikten sonra dokunamadım onlara. 2.5 yıl oldu...


Get me out get me off
Get me out get me off
Oh this is a ride going nowhere
But somewhere that I despise
Going nowhere to end up with a tearful
I don't wanna go on with these pieces of paper
That you left behind




Ara ara gelen 'mutlu olma' krizlerinin dışında düşünmemeye çalışıyorum artık; biriktirdiklerimi, sana dair anılarımı. Bana 'Hayatından hiç bir zaman çıkmıycam!' dedin ya en son, çık ve ya çıkma artık hiç bir şey ifade etmeyecek, şarkıyı dinledikçe hiç bir şeyin eskisi gibi olamıycağını biliyorum. Çünkü sen şu an ne dersen de benden başkasına aşık olmuştun. Çünkü ben sana bir daha güvenemiyecektim. Çünkü sen kilometrelerce öteden hala beni kandırmaya çalışıyordun. Çünkü ben hala sana kanabilecek kadar kendime güvensizdim. Çünkü ben seni kimseyi sevmediğim kadar sevmiştim. Çünkü sen bu sevgiyi benden aldın yerine hiç bir şey koymadan bomboş bıraktın beni. Çünkü ben artık seni değil sana ait olan şeyleri sevmeye başladım. Çünkü sen bana ait ne varsa çöpe attın..




This is a ride going nowhere
But somewhere that I despise
Going nowhere to end up with a tearful
I don't wanna go on with these pieces of paper
To keep me company in my old age




Artık çok iyi anlıyorum, beraberken senin dediğin gibi '1' olamamıştık biz, becerememiştik,  '11' olmuştuk iki ayrı 'bir' içinde çift sayı olduğumuzu sanıp birbirimizi kandırmıştık. Sen gidince '1-0' olduk, sen 1'din yine ben ise 'sıfır' olmuştum, yutan elemana dönüşüp önüme gelen herkesi yutmuştum, sevememiştim, kalbimin derinliklerine alamamıştım kimseyi, kimsenin içimi yeterince görmesine izin vermemiştim. Şimdi ise '1'im, tek ben kaldım çünkü, içimden sayılar geçiyor ama etki edemiyorlar.
Bana matematik öğretir misin? diye sormuştum ya sana.


Sayılar daha anlamlı.


Bu sefer gerçekten '1' in çift sayı olduğunu hissedeceğim biri girecek hayatıma, birlerimiz bir olacak ve o kişi sen olmayacaksın.


Artık mutluyum. 
''Because you've gone away forever.''










-

Close

Yine bir pazar günü.
Dün gece yine 'Çok içmiycem yea' diye dışarı çıkıp, sarhoş olup eve döndüm


Dolmuşta ön koltukta yalnız bir gay ve beraber oldukları her hallerinden belli olan bir gay çift oturuyordu.Yanımda bıçkın bir delikanlı diğer yanımda ise benden bile ürken (bu saatte mini etekle nasıl eve dönüyor yea bakışı atan) bir kız vardı. 


Kulaklığı taktım, uykusuzluk, yorgunluk, biraz fazla alkol üçlemesi sonucu gözlerimi zor açık tutarken istediğim şarkıyı buldum playlistte, Telepopmusik-Close. Dinleyenler bilirler ne kadar ağır bir şarkı olduğunu, dinlemeyenler içinse eğer becerebilirsem buraya yüklemeye çalışıcam.


Dün gece hiç bir şeyden eskisi kadar keyif alamadığımı farkettim belki de alkolün etkisiyle fazla duygusallaştım bilemiyorum. Ama artık (ki bunu benim söylemem kadar garip bir şey yok) düzgün bir hayat istiyorum, şu boktan sınav geçsin istiyorum, aşık olmak istiyorum, oturayım evimde film falan izliyim istiyorum. Tek gün dışarı çıkıp her şeyin dibine vurmaktan, pazar günü sanki beyin hücrelerim yok olmuşçasına mal olup 'Neden böyle ya!' diye düşünmekten çok sıkıldım.


Önümde oturan gay çifte baktım, onları da kıskandım.. Bugünlerde aşık çiftler inanılmaz gözüme batıyor. O yüzden benden uzak dursunlar bir süre.


Ben kendime bile vakit ayıramazken karşımdakine nasıl ayırıyım mantığıyla uzak duruyorum herkesten. İçim yalnızlaşıyor... Eskilere sarıyorum... Çöpe attıklarımı çöpten alıp alıp her seferinde daha buruşturulmuş halde yine çöpe atıyorum.




İstediğim kendime ait, kimseye hesap vermeyeceğim bir hayat!
İstediğim bana ait, ard niyetleri olmayan, şuurumu kaybedercesine seveceğim bir adam!


Çok şey mi istiyorum?


Belki. 


'İstemek başarmanın yarısıdır.' diye bir şey var ya.




İşte ona kafam girsin.


Saygılar.













3 Haziran 2010 Perşembe

...

Sen geldiğinden gitmiş olacağım bu şehirden.


Pasta mı?


Çöpe attım.

Not: Pasta yazısı için: http://kpssgunlukleri.blogspot.com/2010/06/pasta.html

2 Haziran 2010 Çarşamba

Kılda keramet yokmuş demek ki?!

Ben küçükken aşırı çirkin, ezik bir tiptim.
Tamam şimdi de dünya güzeli sayılmam lakin o zaman cidden çok fenaydı.


Orta 2'ye geldiğimde; ilk aşkım gözümün önünde en yakın arkadaşımla çıkmaya başlamış, o kaltakla kavga edemeden bile küsmüş, ortam desen yerle bir haldeyken birden 'Ben saçlarımı kestiriyim en iyisi yeaa' dedim.
Gittim kısacık kestirdim saçlarımı, üstüne siyaha boyadım! Durmadım 11 tane delik açtım kulağımda, kulağımı süzgeçe çevirdim, Serdar Ortaç style'dan ani bir dönüş yapıp 'Limp Bizkit', 'Korn', 'Crazy Town' ve 'Linkin Park' dinlemeye başladım, bu değişimi gerçekleştirdiğim 1 ay içinde bir anda okulun en popüler kızlarından birine dönüşmüşüm de haberim yok!


Tam Amerikan filmlerindeki gibi ahlaksız-ahlaklı teklifler yağmaya başladı, aşık olan olana.(noluyor lan dedim kılda keramet yokmuş cidden.)


Cuma günü İstiklal Marşı başlamadan o kaltak arkadaşımın ağzına sıçtım okulun ortasında kimse gıkını bile çıkaramadı bir anda bir özgüven geldi ki sorma gitsin.


Sonra ise gittim ipsiz sapsız adamlara aşık oldum, üzdüm, üzüldüm, kendimi yıprattım, ailemi yıprattım, ders çalışmadım, aklıma ne eserse yaptım ama POPÜLERDİM ya olurdu bunlar 'Noolacak yeaaa hallederiz!' dedim veee her popüler kızın sonu olduğu gibi bende bir bok OLAMADIM.


Şimdi o kaltak dediğim kız, mükemmel bir okuldan mezun, mükemmel bir işte çalışıyor. Çok çirkin lakin mükemmel zengin bir koca bulup mükemmel bir balayına çıkıp mükemmel bir filin üstünde bana 'hohohoho nooldu yapraaaam!' dermişçesine mükemmel bir fotoğraf çektirmiş.


Ben napıyor muyum?


Merhaba adım Aysun, 24 yaşındayım, on numara lise ve üniversite hayatı yaşadım, üniversiteden mezun olalı 2 yıl oldu ve 2 yıldır işsizim, şu an evde oturmuş KPSS çalışıyorum ve sosyal ağ sitelerinde geyik yapıp blog yazıyorum.
Okuyanlara selamlar.

1 Haziran 2010 Salı

Pasta

Tam 2 yıl 1 ay önce ''merakımdan'' bir pasta yaptım. Nedenleri niçinleri düşünürken bir bakmışım cevaplar pastaya dönüşmüş.


Tanıyanlar bilirler, ben pasta sevmem. 


Sırf sevmediğim için odamın en ücra köşesine koydum onu, bozulmasın diye içine kimyasallar kattım.


Yaparken içindeki çikolata görünümlü karanlık madde görünmesin diye rengarenk boyadım, maviler, pembelerle süsledim üstünü. 


İçtiğim gecelerde birazcık tattım, tadını alınca hala sevmediğimi, midemi bulandırdığını hissettim, yine eski yerine koydum onu, gözümün göremiyeceği en uzak yere.


Tam 1 ay sonra pastayı yemeye karar verdim. Bozulmuştur demeyin sakın! İçini öyle şeylerle doldurdum ki yıllar önce, bozulmasına imkan yok. Onu yerken ağzımın içi acıyacak biliyorum, midem bulanacak onu sindirirken.


Ama en güzel kısmı ne biliyor musunuz?


Beni zehirlese dahi artık onun orada olmadığından emin olacağım.


Midemin yıkanması için beni hastaneye götürdüklerinde gülümseyeceğim çünkü bedenimdeki her parçası silinirken ben aklımda yeni pastamın malzemelerini düşünüyor olacağım.


Not: Bu yazıda çelişkiler mi gördünüz? Biliyorum.