23 Temmuz 2010 Cuma

Worth the wait


Sana, seni sen değilmişsin gibi anlatmak kadar keyifli bir şey varsa senin sen olduğunu anlayacak mısın heyecanıdır.


Ben, sana, seni anlatırken senin benimle ben değilmişim gibi konuşman canımı sıkan.


Aslı'nın dediği gibi: ''İçim acıdı birisine onun aslında başkası olduğunu anlatmaya çalışırken, bana inatla "hayır ben buyum" diyerek patates çuvalından farksız boş bir insanı gösterirken . . ''


'Boş' olmadığını görmek istiyorum sadece, olmadığını göstermek istiyorum. Beni hayal kırıklığına uğratma istiyorum, çabalıyorum, gereksiz maskelere bürünüyorum.


Maskelerden nefret ederken şekilden şekle giriyorum sana seni anlatırken. 
Maskeler paramparça oluyor sen kendini; beni anlamazken.


Oturuyorum, düşünüyorum, anlatıyorum, yazıyorum, dinliyorum, okuyorum ama inandıramıyorum seni sen olduğuna, 'Boş' olmadığına. 


Sadece bekliyorum, mutlu sonumun anlatılacağı 3 dakika 36 saniyelik şarkıyı yazmanı.


'Zamana bıraktım' derler ya..
Zaman kelimesi yetersiz bu çabalarım arasında.
.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Damien Rice-9 crimes










Bir şarkıyla mutlu son yaratmaya çalışıyorum, 3 dakika 36 saniye sürüyor.


Yalnızsanız, müzik her şeydir.




''This is not what I do
It's the wrong kind of place
To be thinking of you
It's the wrong time
For somebody new
It's a small crime
And I've got no excuse.. ''







Sessiz kalma! Şafak'ını söndürme!

Bu blogu bir kaç ay önce atanamayan öğretmenler için bir eğlence mahiyetinde açmıştım. 
Çünkü ben de bir 'atanamayan öğretmenim.'
Bu sınavın nelere neden olduğunu, insanın dünyasında ne büyük yaralar açtığını kendi dilimde, kendi yaşadıklarımda anlatmaya çalıştım bir nebze de olsa.


Şimdiki yazım ise Şafak Bay için, o da bir atanamamış öğretmen. O, bir derse dahi giremeden kansere yakalanmış; sınav stresiyle, işsizlikle mücadele ederek kanseri birazda olsa yenmeye çalışmış bir öğretmen.


Şu an hastalığı ilerlemiş durumda ve o fiziksel güçsüzlükle Ankara Abdi İpekçi parkında açlık grevinde. Tedavisi için Amerika'ya gitmesi gerekli, tedavi ücreti çok pahalı. '25 yaşında ölmek istemiyorum.' diyor, bu insan bir Türkçe öğretmeni ve Türkçe'mize önem verilmeyen bu dönemde çocuklarımıza bir şeyler öğretmek istiyor. Öğretmesi için ise yaşaması gerekli.


O, tüm atanamayan öğretmenler için uğraştı. 
O, hepimiz için atanamayan öğretmenler platformunun öncülüğünü yaptı.
Şu an bizim yardımımıza ihtiyacı var ve çok vakti yok.

Eğer maddi olanağınız varsa;  




Yoksa bile hemen hemen hepinizde olan twitter hesabından ona #SAFAK etiketiyle destek verin. Süper yardımsever cumhurbaşkanımıza, Obama'nın kankası başbakanımıza sesimizi duyuralım. Şu an para bulunsa bile Amerika için vize verilmiyor. O, hepimiz için uğraştı. Bir insanın yaşamı için desteğinizi esirgemeyin. Hepimizin Şafak'ını söndürmelerine izin vermeyin.


Şafak Bay'a destek için kurulmuş internet adresleri: http://www.safakbay.com/
                                                                             http://www.safakbay.org/
                                                                             http://www.facebook.com/SafakSonmesin?ref=mf

20 Temmuz 2010 Salı

Efe'nin ilk deniz deneyimi

Unutmadan, burda da kayıtlara geçsin.
Dün benim küçücük yeğenimi ilk defa denize soktuk, kucağımda çırıçıplak halde ilk başta biraz irkilerek denize girdi.
Daha sonra ise bizi parmağımızdan tutup sürükledi, hadi denize girelim diye. 15 aylık ve ben onu dünyadaki herkesten daha çok seviyorum.

Doğayı gördüm

Siz şu an o apartman katlarına sıkışmışken, ben bu yazıyı evimin bahçesinde, armut koltuğa yayılmış şekilde, çıplak ayakla çimlere basarken yazıyorum.


Laptopun ve benim üzerime karıncalar tırmanıyor, az önce bir uğur böceği kovaladım 'Gel yavrum, gel bak şarkı söylüycem sana, uuuç uuuç böcekçiiik.' diye ama kaçtı. Sanırım sesim pek güzel değil, ama olsun inanılmaz huzurluyum. Resmen kafam kaçtı, ceviz ağacına bakıp 'Oha oğlum lan bu doğa ne güzel şey.' diye konuşuyorum. Sağ tarafımda ise babamın çimlerden yarattığı şaheser mevcut, benim, yeğenimin ve ablamın adını yazdı çimlerden kocaman şekilde, onun fotoğrafını da bir dahaki yazımda buraya iliştirmek istiyorum. Çünkü bu şekilde bir babaya sahip olduğum için çok şanslıyım.


Bir de bu armut koltuk olayı var. Ne güzelsin oğlum sen böyle, ne rahatsın, sandalyeleri kırıcam evdeki, tek sen kal, tek aşkım sen ol diye. Bir de bizim bahçedeki karıncalar biraz sapık sanırım, tshirtümden içeri girmeye çalışıyor piçler, garip garip hareketler yapmaya başladım bahçede, tabi yine kendi kendime konuşarak.


Bunu yazıyı da piçliğine yazıyorum sanırım çünkü bu yıl o apartman dairesinin içinde o kadar sıkıntılı günler geçirdim ki bu şekilde bir huzuru özlemişim. Elektrik süpürgesiyle konuşmak yerine karıncayla ya da ceviz ağacıyla konuşmak iyi geldi.


Şimdi 'Neden insanlarla konuşmuyorsun manyak mısın lan?!' diyeceksiniz, onlarla da konuşuyorum sanırım ama bunun tadı bir başka, kendi kendine konuşurmuşcasına başka bir nesneyle ya da bitkiyle konuşmak.


İç sesimi dinlemenin de başka bir yolu bu, konuşmadan duramam çünkü ben, sürekli insanlarla konuşmak bir süre sonra yoruyor, kendimi anlamanın başka bir çeşidini de bu şekilde buldum ben de.


Şu an ne insanları anlamak, ne küçük hesapları düşünmek, ne de hayatla alakalı başka bir problemi kafama takmak istiyorum, sadece duruyorum ve bunu 2 yıldır inanılmaz özlemişim. Kafamda sınav, gelecek derdi olmadan sadece durmak.


Önceki yazımda kalbimden 'küt küt küt' şeklinde sesler geliyor, ritm bozuklukları yaşıyorum demiştim ya, ne yazık ki hala devam ediyor. Doğru olup olmadığını bilmiyorum şu anda, hayatımda ilk defa 'Ulan kanka ayağı göt ayağına dönsün.' diye düşünüyorum, ama olmayacak sanırım. Belki de ben karamsarım, şu an onu bile kafama takmak istemiyorum, istemesemde arada aklıma gelmiyor değil.


Ah hep kendimle çelişiyorum, ne yaptığım belli değil, mesela bu yazıyı yazarken aklıma geldi yine ve vücudum garip reaksiyonlar vermeye başladı. Of bilmiyorum. Neler olacak hiç kestiremiyorum. Sadece umarım bu sefer  bir arkadaşımın da dediği gibi 'Beni üzecek, yıllarca süründürecek bir piç kurusuna.' rastlamışımdır.

18 Temmuz 2010 Pazar

Konsere giden asosyal kız



Bu yazımda gittiğim konserlerden bir kaç cümleyle bahsetmek istiyorum izninizle.

İlk olarak Imogen Heap:

Böyle bir ses yok, böyle bir aksan yok. 
Allah'ım bir konserde bir insan bu kadar mı mest olur, bildiğin herkes büyülenmiş gibiydi.
İşin kötü kısmı ise herkes büyülenmiş gibi hayran hayran izlerken, o ses beni yere yatırdı, mideme tekmeler savurdu. Acı içinde kıvrandım konser süresince, çünkü Imogen'ı keşfetmem ve dinlediğim dönemler 2.5 öncesine dayanıyor. Nasıl canım yanmış diyorum, o acıyı konserde son kez hissettim, son kez olduğuna bu sefer emin oldum, mutlu etti beni, huzurla doldu midemdeki ve kalbimdeki o boşluklar.

İkinci olarak Massive Attack:

Mükemmel bir sahne performansı, her ne kadar kafamız aşırı ötesi güzel olsa, sahnede yazılardan oluşan showu arkadaşlarıma okutmak zorunda kalsam da (Yazılar aşk-ı memnuyla başlıyordu, Türkiye gündemini meşgul eden her geyiği yazmışlar, baya keyifliydi) kaçırılmayacak bir konserdi.Kaçırdıysanız sizin kaybınız, vicdan azabı çekin, böyle 'Ah ulan! Neden kaçırdım!' diye kendinizi yerden yere vurun ki bir daha gelirlerse kaçırmayın. Artı olarak bir kadın vardı, science-fiction kıvamında 2 metre, hayır bir de kadın güzeldi ama aşırı iriydi, cidden 2 metreydi. Biz korktuk sanırım biraz, biz korksak bile o kadın konserden bir yatla ayrıldı, bizse 2 kişi vapura bindik. Vapurun en arka köşesinde yaşadığımız tramva da görülmeye değerdi. Biz 'Niye yine ikimiz kaldık yeaa! böhüböböböhühü' deyip dönüş yolunda 'notwist' dinleyince, haliyle kafamız kaçtı, küçük çapta bir klip çektik ve sonrasında beyin felci geçirdik.

Son olarak Faithless:

Açıkçasını söylemek gerekirse en çok bu konserde eğlendim. Size bir tavsiye olmeca gold içmeyin! Sakın! Allah'ım o nasıl iğrenç bir içkidir, biz de ilk başta şaşırdık neden kapıda fiş veriyorlar diye. Böyle shot bardağı dağıtan uzun bacaklı kızlar falan, 'OoOoOoo!' dedik (evet büyüklü küçüklü dedik) bu gece tekila kafası yaşıycaz. NAH yaşıycaz! O ne mına koyiğm ciğerimi yaktı, midemi bulandırdı, insanı içkiden soğutur, bir shotı zor içtim, elimizde kalan bir sürü beleş tekila fişi de cabası. Neyse ki bira falan içtikte kafamız güzel oldu. Sahne önü biletini de 150 yerine 40 liraya almam ve 'Basınım ben yeaaa!' şeklinde sahne önüne geçmem de pek şahane oldu. Abeciyim ya, ille yapıcam görgüsüzlüğümü. 

Konser sonrası da taksimde dansa devam edince, bu asosyalliğe alışmış bünye iflas etti ve bütün gün spor yapmışçasına BACAKLARIM ET KESTİ. Ulan sen gez böyle cool cool o konser senin bu konser benim, sonra bacakların et kesiği olsun, şimdi yürüyemiyorum. Ayaklarımdaki yaralar da cabası, malum süslenicem, güzel ayakkabı giyicem ya anatomisi bozuldu ayaklarımın böyle bir acayip oldular, spor ayakkabı bakımına aldım onları, 1 haftaya tipi düzelsin diye. 

Kızım senin neyine bu kadar gezmek, otur evinde, senden geçmiş. Ama yook ille gezicem, bütün yıl evde oturdum ya dürtüyorlar. 

Bir de son bir şey...
Kalbimden 'küt küt küt küt küt' diye sesler, ritm bozuklukları gelmeye başladı.
Umarım iyiye işarettir, midemdeki kelebekler beklemede.
Bu da sonraki yazı konusu olsun.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Sınav günü

Bu yazı için biraz geciktim farkındayım, uzun süreli esaret hayatımdan sonra kendimi sokaklara fazla vurdum sanırım, sonra da bünye fazla yüklenmekten iflas etti.


Sınav günü sabahın 7'sinde uyandım, kalktım duş aldım, saçlarımı düzleştirdim, makyaj yaptım, kıyafet seçtim ki şansıma hava kötüydü böyle serin serin sınavı çözücem yeaa dedim.


Güzelce süslendikten sonra kahvaltı yaptım ki kahvaltıdan nefret ederim ben, neyse zar zor yedim, okunmuş şekerlerimle yaptığım kutsal kahvemi bir seremoni havasıyla içtim, sabahın köründe psikopat gibi 'Sınava gidiyorum been ehuehe.' diye twittera yazdım, dolaptan okunmuş suyumu aldım ve yola çıktık.


İstanbul'un yarısını Alibeyköy'e verdiklerinden çılgın bir trafik vardı, ben arabaların içine bakıp 'Aha bu kesin kpss'ye giricek, arabanın üstüne bir şey fırlatıyım versenizee.' diyerek türlü şebekliklerle arabadaki gergin sınav ortamını rahatlatmaya çalışıyor, bir yandan sınava gireceklere küfürler yağdırıyordum.


Sonunda okula vardım, liseli genç misali babamdan gizli sigara içtim; her ne kadar o anda sigara içtiğimi biliyor olsada bilmemezlikten geldi ve sınava girdim. Hiç stres yapmadım lan ilk sınavda, iman gücüyle herhalde bir şişe okunmuş su bitirdim, ilk sınavın netleri 97.25, ovye dedim sınavdan çıkınca böyle bir neşe kelebeği hadi yemek yiyelim dedim.


Eyüp ne acayip yer lan, her taraf şeyhler, böyle karaböcekler çok garip, bana da garip garip bakıyorlar. Bir tane aile gördüm babası ve oğlu beyaz bir entari, gecelik, kefen karışımı bir şey giymiş, kızı ve karısı da siyah ninja kıyafetinden giymiş; sonra 7-8 tane kız gördüm hepsi ninja gibi, dedim bunlar nasıl aynı kıyafetler dışarı çıkıyor hayatta çıkmam. Son noktayı tam şeyh kıyafetiyle gezen bir adam koydu, ayaklarına kapanıp 'Ağğbi okunmuş suyum bitti, 2. sınava giricem bunu da okusana, nolur abi yea, gözünü seviyim bir üfle be ağbi.' demeyi düşündüm, bunu da sesli dile getirdim, tabi bunlar sınav arasında oluyor diye babamlar kafamın kaçtığını düşündü ve beni madoya tatlı bir şeyler yemeye götürdüler.


Allah'ım 'banana split' diye bir şey var orda, yiyin! Vallahi yiyin! O nedir yea, enerji patlaması yaşadım; muzlu ballı dondurmalı bir şey, çok acayip güzel. Kahvemi de içtim diğer sınava girdim, tamam o sınav biraz zordu netlerim pek beklediğim gibi çıkmadı 89.50, ama İstanbul'a atanmam için yeterli neti aldım.


Eh Allah bereket versin daha ne istiycem lan, bütün yıl kıçım çıktı çalışırken, hakettim bunu. 


Artık bir öğretmen yazıyor bu bloga, babamın dediklerini de kapak yaptım ona, şu an benden mutlusu yok.
Ama en zor gelen şey şu blogun formatını değiştirmek, en kısa zamanda onu da yapıcam lakin önce konser maceralarımı yazıcam bir dahaki yazımda.
Takip etmeye devam edin canlarım, asosyallikten kurtulduğum için bundan sonraki hayatım daha insani olacak diye temenni ediyorum.

9 Temmuz 2010 Cuma

Son gün

Evet cücüklerim, 


Yarın KPSS var.


Hazır mıyım bilmiyorum, sanki hala ders çalışmam gerekliymiş gibi bir his var içimde.


Bu sınava hazırlandığım süreç içinde 37 tane blog yazısı yazmışım, 3289 tweet atmışım, 1 siteden kendimi sildirip 3 siteye birden üye olmuşum, bir sürü yeni insanla tanışmışım, odamda saatlerimi geçirmişim, 8739832 kere ağlamışım, asosyalliğin dibine vurmuşum, umarım değer. Değmezse eğer o sınavı hazırlayanların hepsini zenciler siksin, hatta üstüne deliler siksin, hatta durmasınlar hepsinin cinsel organlarını kesip onlara yedirsinler, ben de kötü kadın gülüşüyle bir sigara yakıp 'Hahahaha noldu yaprağım, düzgün sınav hazırla diye uyardım ben sizi.' diyerek hapse doğru yollanıyım.


Of iyice saçmaladım. Ben de biliyorum bu yazı bir boka benzemedi çünkü yazıcak halim yok, bir anlık kafa kaçıklığıyla açtığım bu blog sayesinde bir sürü boktan yazı yazmışım; bu da onlardan biri işte. Pişman mıyım?Hayır tabiki, pişman olsam bunu da yazmazdım zaten.


Sınava Alibeyköy'de giricem, 'Bendeki bu bahtsızlıkla, çok yağmur yağar sel bakar kesin euheh.' diye geyik yapmıştım sınava giriş belgem ilk geldiğinde. Alın bakın, mına koyiğm gök delinmiş gibi yağmur yapıyor, bahtımı skiyim, bir de yarın trafik olursa, ah olursa, ah sınava yetişemezsem.


Yarın sınavdan sonra ne çeşit bir şey yazacağımı inanın ben de bilmiyorum. 


Sel basmaz, kalemim bozuldu diye birinin gözüne o bozuk kalemi saplamaz, sinir krizi geçirip sınavda bayılmaz, sınavın ortasında 'bu sorular çok zor mına koyiğm yapamıyorum lan!' diye çığlık çığlığa gözetmene saldırıp sınavdan atılmama neden olmazsam; yarın sınavdan sonra görüşürüz.


Siz kendinize iyi bakın, ben de kendime mukayyet olıyım.

6 Temmuz 2010 Salı

Şeytan azapta

Evden çıkmışım en güzel elbisemle, çok güzel güneşli bir bahar havası var. Ne terletir ne üşütür, hıh tam öyle. 


Kulaklıklar kulağımda....


Salına salına yürüyorum, hafif bir rüzgar esiyor, keyifliyim. Karşıdan bir yakışıklı da bana doğru yürüyor, hafif gülümsüyor. Ama ani bir rüzgar çıkar da o etek havalanır,kafama geçer, yakışıklıyı da kaçırırım diye çok korkuyorum.


Bknz: Sınava metaforik anlamlar yükleme konusunda çığır açmak.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Ben

Sınavdan sonra sorgu-sonuç ekranında www.nolur.com'daki gibi bir nah işareti çıkıcak (ama hareketlisi);

Yine atanamadın gerizekalı, senden öğretmen falan olmaz yazıcak;

Ardından kötü kadın gülme efektiyle bu yazılar süslenicek; 

İnsanlar bana o günden sonra mal muamelesi yapıcak;

Dalga geçtiğim bütün kızlar 'Iyyy işsiz!' diye yolda gördüklerinde tekmeliycek;

THY'ye başvurunca 'Aaa bir türlü atanamamış salak kız bu hihiihhohooh! Senin burda ne işin var be ezik!' diye beni kovucaklar;

Ondan sonra depresyona girip punk olucam, sokaklarda kırmızı tuborg içicem;

Annemler, bu kız işe yaramaz, beyinsiz heueh diye beni evden atıcak;

En sonunda işsiz güçsüz, beni üç öğün döven bir adamla evlenmek zorunda kalıcam;

Evlere temizliğe gitmeye başlıycam, aç kalınca ingiliz dili ve edebiyatı diplomamı yiyicem diye...

ÇOK KORKUYORUM!!!!

Sınava son 5 kaldı ve ben stresten gelecek senaryoları kuruyorum.


2 Temmuz 2010 Cuma

2 days in paris

Üniversite 3. sınıfta, bir haftasonu süpersonik bir moral bozukluğuyla, ev arkadaşımla 12 tane film alıp kendimizi eve kapamıştık. Bol alkol, sigara, saçma sapan ağlama ve gülme krizleri eşliğinde geçen haftasonumuzdan sonra 12 filmin yarattığı ambelelikle normal hayata uymakta büyük zorluk yaşamıştık. O dönemde izlediğim bir film Friendfeed'te karşıma çıktı, çok güzel bir alıntıyla birlikte. Filmi tekrar izlememe neden oldu. Buyrunuz quotation buradadır, okuyunuz, hak vereceksiniz:

''It always fascinated me how people go from loving you madly to nothing at all, nothing. It hurts so much. When I feel someone is going to leave me, I have a tendency to break up first before I get to hear the whole thing. Here it is. One more, one less. Another wasted love story. I really love this one. When I think that its over, that I'll never see him again like this... well yes, I'll bump into him, we'll meet our new boyfriend and girlfriend, act as if we had never been together, then we'll slowly think of each other less and less until we forget each other completely. Almost. Always the same for me. Break up, break down. Drunk up, fool around. Meet one guy, then another, fuck around. Forget the one and only. Then after a few months of total emptiness start again to look for true love, desperately look everywhere and after two years of loneliness meet a new love and swear it is the one, until that one is gone as well. There's a moment in life where you can't recover any more from another break-up. And even if this person bugs you sixty percent of the time, well you still can’t live without him. And even if he wakes you up every day by sneezing right in your face, well you love his sneezes more than anyone else's kisses.''